Zincir Öykü İncelemesi
Öykü anlatıcının
pencereden sokağı seyretmesiyle başlar. Anlatıcı çeşitli düşünceler içinde
pencereden sokağı izler. Dışarıda Senegalli bir nefer, buldok cinsi bir köpeği
gezdirmektedir. Köpek çok güçlü ve saldırgandır. Öyle ki nefer onu zor zapt
etmektedir.
“Onun
içindir ki, penceremden sokağa kendimize bakmayı, göğe dalıp kalmayı yeğlerim.
Bu ilkel teleskopun önüne geçip insanlarla hayvanları inceleme, en hoşlandığım
eğlencelerin başında gelir.
Karşımdaki
komşum, yabancı subayın buldok cinsi bir köpeği vardı. İri kafalı, koca enseli,
iki dişi daima meydanda, yanakları kof ve sarkık, burnu çökük, ters bir köpek…”
Bir gün köpek,
zincirinden kurtularak kaçar. İki gün sonra geri döner. Ancak anlatıcı, köpeğin
geri döndükten sonra çok farklı olduğunu görür. Köpeğin eski hırçınlığından
eser kalmamıştır.
“İki
gün sonra Juju’yu çok durgun gördüm. Demek ki dönmüş veya bulunmuştu ve
kuşkusuz ki daha azılı yerli köpeklere rastlamış, el sillesini tatmış, yersiz,
yurtsuz kalmış, hanyayı Konya’yı öğrenmiş, açlığı denemiş, Senegalli bekçisini
Penyuvarlı gözcüsünü arkasında bulamayınca bütün azgınlığını, kaba sığmayan
öfkesini bırakmış, sünepeleşmişti.”
Mahalle çocukları
eskiden yanına yaklaşamadıkları köpekle alay etmeye başlar. Köpek öyle bir
duruma gelmiştir ki artık sahibi onu zincirsiz dolaştırılmaya başlar. Juju, zincirini
arar hale gelmiştir.
“
– Susu! Susu! Diye alay ediyorlardı. Aldırmıyordu bile… Çünkü bütün
gösterişini, kahramanlığını o kopmayacak sandığı zincire borçlu idi. İnanıyorum
ki Juju’nun tasalı gözlerinden ara sıra, uzak, şanlı bir hatıra gibi bu zincir
geçiyor, köpek, zincirini arıyordu…”
Hikâye gurbette
geçmektedir. Geçmiş zamanda birkaç günü kapsamaktadır.
Öykünün teması;
özgürlüğün bedelidir. Her şeyin bir bedeli olduğu gibi özgürlüğün de bir bedeli
vardır. Bu da karşılaşılan çeşitli zorluklardır. Bu zorluklara göğüs germek
için de güçlü olmak gerekir. Yeterince güçlü olmayanlar esir yaşamayı
kabullenmek zorundadır.
Hikâye kahraman
anlatıcı bakış açısından anlatılmıştır. Anlatıcı zaman zaman hikâyenin içinde
yer alır ve çeşitli yorumlarda bulunur. Öyküde kahraman anlatıcının kendi dil
ve üslubunu kullanması, anlatımın daha içten, samimi ve inandırıcı olmasını
sağlamıştır. Anlatıcı olayları kendi bakış açısına göre yorumlamış, duygu ve
düşüncelerini anlatmıştır.
Öyküde konuşma diline
yakın sade, akıcı, sürükleyici, yalın bir anlatım vardır. Yazarın olayları
anlatış tarzından güçlü bir gözlemci olduğu anlaşılır.
Öyküde özgürlüğün yanında,
yalnızlık, memleket özlemi gibi evrensel değerlerin de işlendiğini görüyoruz.
Öykünün olay akışı bu değerler etrafında kurgulanmıştır.
İlk olarak 1940 yılında yayınlanan “Gurbet Hikâyeleri”, yazarın “Memleket Hikâyeleri” kitabının devamı gibidir. Yazar bu hikâyelerinde memleket hasretini somutlaştırmıştır. Gurbette yaşarken yabancılaşma ve yalnızlık duygusu, ana dili kullanma hasreti, bu hikâyelerin temel konularıdır. Yazar, hikâyelerini Maupassant tarzı da denilen “klasik olay hikâyesi” tarzında anlatmıştır.