Makber
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da
bir mezâr kaldı.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün
mü gözüm bu mâcerâyı?..
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem
ki yakın mıdır zevâlim?..
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı
hayâtımı tamâm et.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya
rûhumu hâkine revân et.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’
ona bir sitâre gitti.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir
kabrdir ıztırâb içinde.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın
bu, cihânda lâyıkın bu!..
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun
dilerim türâb şi’rim.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum
benim ey İlâh gitti.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm,
bana türbedâr sensin.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin
bu derin sükût dinsin!..
Abdülhak Hamit Tarhan
Günümüz
Türkçesiyle
1
Eyvah!
Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm
acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi
buradaydı gitti elden,
Gitti
ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben
gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir
köşede darmadağın kaldı.
Eyvah!
O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar
kaldı.
2
O
gönül çalanı nerde arayım?
O
çaresizi kimden sorayım?
Bana
bildir, o nerede ya Rab?
Kim
attı beni bu derde ya Rab?
Derler
ki: “ O tanıdığı unut,
O
sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın
mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu
macerayı?
3
Nasıl
süratle değişti halim?
Kavrayamaz
bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir
şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça
alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim
şüpheler içinde geçer,
Artar
yine matemim, üzüntüm.
Bu
insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır
sonum?
4
Çık
Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki
haline devam et.
Bu
sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben
isterim ah, öyle bir söz.
Güller
gibi gülümsemeye devam et,
Gönül
yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir
tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini
tamam et.
5
Ya
Rab! Bana bir melek göster,
Beni
bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun
göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun
(kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın
amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın
geleceği nedir? İzah et.
Ya
fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun)
toprağına yolla.
6
Dert
yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya
vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben
sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz
bir türbede kaldım.
O
ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı
olmayan karanlıklara gitti.
Onun
karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp
gitti.
7
Onun
toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim,
aradım kitap içinde.
Bir
uyku gelir o, gözden uzak
Gitti
diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu
sıfır neyse hesap içinde?
Bütün
rakamlar ona dönüşür.
Bir
yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap içinde.
8
Bu
mezar, dakikaların sonudur,
Bu
Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir
nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu
bir yığın toprağa inmekte.
Bu
tepelerin en yükseğidir,
Bu
gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız,
o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun
görülen bu.
9
Benim
harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz
şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki
fikre dost olurdu,
Kaybettiğim
bir sözü bulurdu.
Şiirimin
kitap olacağını anlardım
O
hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık
ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim
yere batsın.
10
Gitti
gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz
ve günahsız gitti.
Her
fert dünyada birdir ama
Bir
tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir
tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca
mahvolup gitti.
Görsem
yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o
gitti.
11
Ey
sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben
anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize
ve karaya baktıkça,
Birden
sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki
rüzgâr sensin.
Ağlar,
derim gözyaşı döken sensin
Türben
görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar
sensin.
12
Aşağılar,
gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel
ortaya çıkıp tepinsin.
Bin
gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin
zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer
(kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp
küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın
nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût (sessizlik)
dinsin!
Şiir
Hakkında
Şair, genç yaşta
veremden ölen eşinin ardından yazdığı şiirinde ölüm karşısında duyduğu
şaşkınlık, acı, özlem gibi duygularının yanında ölümle ilgili görüş ve
düşüncelerini de dile getirmektedir.
Makber, 295 bent, 2360
mısradan oluşmaktadır. Ölüm konusunda o döneme kadar yazılan en uzun şiirdir.
Şiirin
Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım
şekli: Serbest nazımdır. Şiir, biçim özellikleri bakımından
pek çok türe (mersiye, mesnevi, terkib-i bend vb.) benzetilmekle birlikte,
hepsinden farklı özelliklere sahiptir.
Nazım
birimi: Benttir. Şiir, beyit esasına göre yazılmakla
birlikte sekizer mısralık bentlerden oluşmuştur.
Uyak
düzeni: Her bendin birinci, ikinci, beşinci, altıncı ve
sekizinci mısraları kendi aralarında; üçüncü ve dördüncü mısralar da kendi
aralarında uyaklı; yedinci mısra serbesttir.
Şöyle ki; her bent “ aa
/ bb / aa / ca” biçiminde sıralanmaktadır.
Ölçüsü:
Şiir,
aruz ölçüsünün “mef’û lü / me fâ i lün / fe û lün” kalıbıyla yazılmıştır.
Ahenk
Unsurları (Uyak ve Redifler)
1
a ---yâr kaldı
a ---âh ü zâr kaldı
b ---elden
b ---ezelden
a ---hâk-sâr kaldı
a ---târ-mâr kaldı
c ---eyvâh
a ---mezâr kaldı
“kaldı” redif; “-âr” zengin uyak
(-â’lar iki ses değerindedir)
“-den”
redif; “-el” tam uyak
2
a ---dil-rübâyı
a ---bî-nevâyı
b ---nerde yâ Rab
b ---derde yâ Rab
a ---âşinâyı
a---reh-i bekâyı
c ---hakîkat
a ---mâcerâyı
“-yı” redif; “-â” tam uyak
“yâ
Rab” redif; “-erde” zengin uyak
3
a ---hâlim
a ---hayâlim.
b ---mezâra benzer
b ---yâra benzer
a ---leyâlim
a---melâlim
c ---inkılâbdır bu
a ---zevâlim
“-im” redif; “-âl” zengin uyak
“-a benzer” redif; “-âr” zengin uyak
4
a ---kıyâm et
a ---devâm et
b ---söyle bir söz
b ---öyle bir söz
a ---ibtisâm et
a ---merâm et
c ---gülüşle
a ---tamâm et
“et” redif; “-âm” zengin uyak
“bir
söz” redif; “-öyle” zengin uyak (tunç uyak)
5
a ---ıyân et
a ---imtihân et
b ---mâh yerden
b ---İlâh yerden
a ---dermiyân et
a---beyân et
c ---kıl îsâl
a ---revân et
“et” redif; “-ân” zengin uyak
“yerden” redif; “-âh” zengin uyak
6
a ---çâre gitti
a ---kenâre gitti
b ---dâimîde kaldım
b ---bî-ümîde kaldım
a ---mâh-pâre gitti
a ---şeb-nisâre gitti
c ---misâl-i zulmet
a ---sitâre gitti
“gitti” redif; “-âre” zengin uyak
“kaldım”
redif; “-mîde” zengin uyak
7
a ---türâb içinde
a ---kitâb içinde
b ---dîdeden dûr
b --- ol nûr
a ---hisâb içinde
a ---inkılâb içinde
c ---yâhûd
a ---ıztırâb içinde
“içinde” redif; “-âb” zengin uyak
“-ûr”
zengin uyak
8
a ---dekâyıkın bu
a ---Hâlık’ın bu
b ---hâba
b ---türâba
a ---şevâhıkın bu
a ---hakâyıkın bu
c ---anlaşılmaz
a ---lâyıkın bu
“-ın bu” redif; “-ık” tam uyak
“-a”
redif; “-âb” zengin uyak
9
a ---harâb şi’rim
a ---tâb şi’rim
b ---olurdu
b---bulurdu
a ---kitâb şi’rim
a ---hisâb şi’rim
c ---neyleyim ben
a ---türâb şi’rim
“şi’rim” redif; “-âb” zengin uyak
“-urdu”
redif; “-l” yarım uyak
10
a ---âh gitti
a ---bî-günâh gitti
b ---ammâ
b ---hâşâ
a ---mâh gitti
a ---tebâh gitti
c ---karanlık
a ---İlâh gitti
“gitti” redif; “-âh” zengin uyak
“-â”
zengin uyak
11
a ---nev-bahâr sensin
a ---yâr sensin
b ---behre
b ---kerre
a ---rûzgâr sensin
a ---eşkbâr sensin
c ---anlarım ki
a ---türbedâr sensin
“sensin” redif; “-âr” zengin uyak
“-re”
tam uyak
12
a ---edinsin
a ---tepinsin
b ---kıyamet olsun
b ---inayet olsun
a ---binsin
a ---insin
c ---kâinatın
a ---dinsin
“-sin” redif; “-in” tam uyak
“olsun”
redif; “-et” tam uyak
Şiirdeki
Diğer Ahenk Unsurları
Şiirdeki asonansların büyük
bir kısmı “â” sesinin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bentler incelendiğinde
şiirde bulunan zengin uyakların büyük bir kısmının “â” sesini barındırması (-âyı, -âl, -âra, -ân, -âre, -âb, -âh vb.)
dışında dizelerin başlarında ya da ortalarındaki kelimeler içinde de “â”
sesinin kullanıldığını görüyoruz.
Şiirin ahengini
sağlayan kelime tekrarlarına da sıkça rastlamaktayız. Bunlardan bazıları redif
olarak karşımıza çıkar. “Kaldı, bu,
gitti, et, eyle, olsun, sensin” vb. ancak bu kelimelerden en çok “gitti” kelimesi tekrarlanıyor. Bu
kelimenin çok tekrar edilmesi sadece ahenkle değil içerikle de ilgilidir.
Şiirin
teması: “Ölüm”dür.
Şiirin
Anlam Yönünden İncelenmesi
Açıklama – Yorum
Abdülhak Hamid’in
Makber adlı eseri “Mukaddime” den sonra başlar. Mukaddime (önsöz) Abdülhak
Hamid’in şiir anlayışını da yansıtması bakımından bir belge niteliği taşır.
“En
güzel, en büyük, en doğru şiir, hakîkat-ı müdhîşenin (ürpertici gerçek) tazyiki
(basıncı) altında hiçbir şey söylememektir. Makber ise hitabet ediyor.
İnsan,
bazı kere, hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninde uçan
bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o
kadar derindir. Bu acz ile bir feryad koparır, yahud pek karanlık bir şey
söyler, yahud hiçbir şey söyleyemez de kalemini ayağının altına alıp ezer.
Bunlar şiirdir.”
Şiir, “Mukaddime”den
sonra “Eyvah!.. ne yer ne yâr kaldı”
dizesiyle başlar ve 295 bent, 2360 mısra olarak devam eder.
Seçilen 12 bendin açıklaması
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâk-sâr kaldı,
Bir gûşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da
bir mezâr kaldı.
Eyvah!
Ne yer ne sevgili kaldı,
Gönlüm
acı ve ağlamayla dolu kaldı.
Şimdi
buradaydı gitti elden,
Gitti
ebede (sonsuzluğa), gelip ezelden(başlangıcı olmayan geçmiş)
Ben
gittim (döndüm), o toprakta kaldı,
Bir
köşede darmadağın kaldı.
Eyvah!
O gönül dostundan geriye
Beyrut’ta bir mezar
kaldı.
Şair, bu bentte eşinin ölümünden
doğan boşluğu ve üzüntüyü dile getirmektedir. Şiirin ilk sözü “eyvâh” kelimesinde nida sanatı vardır.
Abdülhak Hamit, “tezat
sanatı” yapmayı sever. Bu sanatta kelime ve kavramlar zıt anlamlılarıyla
birlikte kullanılır. Makber’de bunun örneklerine çokça rastlıyoruz. Bu bentte
tezat oluşturan pek çok kelime görülür: “Gitti
ebede, gelip ezelden / Ben gittim o hâk-sâr kaldı” dizelerinde “gitme-gelme-kalma” kelimeleri arasında
tezat vardır. Şair, bu tezatları duygu ve düşüncelerini ifade etmek amacıyla
kullanıyor. Şaire göre ölen eşi ezelden gelip ebede gitmiştir. Bu kelimeler kâinatın
başlangıcı ile sonunu ifade eder. Zamanın iki zıt yönünü ifade eden bu kelimeler
arasında da tezat sanatı vardır. Ezelden ebede gitmek anlam olarak da ruhun
ölümsüzlüğüne işaret etmektedir. Ruh başka bir âleme göç ederken beden dünyada
kalmaktadır.
Şairin eşi veremdi. İstanbul’a
dönerlerken Beyrut’ta öldü. Şair, eşini toprağa verdikten sonra İstanbul’a
döndü. “Ben gittim o hâk-sâr kaldı”
dizesi bu zıt durumun ifadesidir. Burada şair, sevilen bir insandan ayrılışı,
ölen insanla hayatta kalan insan arasındaki tezadı belirtiyor.
Şair, ölümden duyduğu
şaşkınlığını “Şimdi buradaydı gitti elden”
dizesiyle dile getiriyor. Burada da tezat sanatını kullanarak nasıl bir boşluk
içine düştüğünü vurguluyor. Bu boşluktan geriye kalan acı ve üzüntü, şairin
gönlünü doldurmaktadır.
Bu bentte kısaca şair,
feryat ve ıstırap içinde sevgili eşinin öldüğünü ve mezarının da o zaman
vilayetimiz olan Beyrut’ta bulunduğunu belirtiyor.
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?..
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitti, tutarak reh-i bekâyı”
Sığsın mı hayâle bu hakîkat?..
Görsün
mü gözüm bu mâcerâyı?..
O
gönül çalanı nerde arayım?
O
çaresizi kimden sorayım?
Ya
Rab, bana bildir, o nerede?
Kim
attı beni bu derde ya Rab?
Derler
ki: “ O tanıdığı unut,
O
sonsuzluk yolunu tutup gitti.”
Sığsın
mı hayale bu gerçek?
Görsün mü gözüm bu
macerayı?
Şair bir taraftan
sevgiliyle geçirdiği güzel günleri anarken diğer taraftan da onu kaybetmenin
acı ve üzüntüsüyle derin bir ıstırap duymaktadır. Ölüm gerçeğini kabullenmede
zorluk çeken şair, Rabbine sorular sorarak ölümün gerçek anlamını öğrenmeye
çalışıyor.
Şair, “Nerde arayım o dil-rübâyı” dizesinde
bildiği şeyi bilmezlikten geliyor. Böylece “tecahül-i arif” (bilip de
bilmezlikten gelme) sanatı yapıyor. Bu anlatım şairin girdiği bunalım ve
şaşkınlık nedeniyle sürekli sorular sormasından kaynaklanıyor. Bendin
1.2.3.4.7.8. dizelerde istifham (soru sorma) sanatı vardır. 7. dizede mübalağa,
tezat ve mecaz sanatları vardır. Şair, “Sığsın
mı hayale bu gerçek?” diyerek hem duyduğu acıyı abartıyor, hem “gerçek” ve “hayal”
kelimelerini bir arada kullanarak tezat yapıyor. “Hakikat” kelimesini ise mecaz
olarak “ölüm” anlamında kullanılıyor.
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Baktıkça alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melâlim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem
ki yakın mıdır zevâlim?..
Nasıl
süratle değişti halim?
Kavrayamaz
bunu (ne) aklım (ne) hayalim.
Bir
şey görürüm mezara benzer.
Baktıkça
alır, o sevgiliye benzer.
Gecelerim
şüpheler içinde geçer,
Artar
yine matemim, üzüntüm.
Bu
insanı alt üst eden bir darbedir,
Bilmem ki yakın mıdır
sonum?
İnsan aklı pek çok şeyi
anlar ve kavrar ancak kavrayamayacağı şeyler de vardır. Aklın yetersiz kaldığı
yerde inanç devreye girer. İnancı zayıf olanlar tereddüt ve şüpheye düşerler.
Ölüm gerçekten de insanı sarsan bir gerçektir. Şairin mezara baktıkça sevgiliyi
görmesi ona olan özleminden kaynaklanmaktadır. Bu duygu insanı sarsan ve alt
üst eden bir darbedir. Şairin acısı o kadar derindir ki ölümü düşünmeye başlar.
Bendin ilk ve son dizelerinde istifham sanatı vardır.
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz…
Ben isterim âh, öyle bir söz…
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı
hayâtımı tamâm et.
Çık
Fatma mezarından doğrul,
Anılarımdaki
haline devam et.
Bu
sırrı (ölüm) saklama söyle bir söz.
Ben
isterim ah, öyle bir söz.
Güller
gibi gülümsemeye devam et,
Gönül
yarasına bir çare bulmayı iste;
Bir
tatlı bakışla, bir gülüşle
Ömrümün kalan günlerini
tamam et.
Şair, bu bentte
ıstırabının dinmesi ve aklındaki soruların cevaplanması için ölen sevgilisine
sesleniyor. Onun tekrar görünmesini, kendisine gülümsemesini ve acılarına çare
olmasını istiyor. Şair, eşinin ölümüne inanmak istemiyor. Onu yaşayan haliyle
hayal ediyor. Ölümün sırrını anlamaya çalışıyor.
Birinci dizede
“tecahül-i arif” sanatı var. Şair sevgilinin mezardan çıkması isteğini güzel
bir nedene bağlıyor. Geçmişte yaşadıkları güzel günlere dönmek istiyor. Bunun
imkânsız olduğunu biliyor. Bu yüzden onu hiç olmazsa anılarındaki haliyle,
hayalinde yaşatmak istiyor.
5
Yâ Rab bana bir melek ıyân et,
Bir de beni öyle imtihân et:
Doğsun göreyim o mâh yerden,
Nûrun çıka ey İlâh yerden,
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya
rûhumu hâkine revân et.
Ya
Rab! Bana bir melek göster,
Beni
bir kere de böyle imtihan et (sına).
Doğsun
göreyim o ay (sevgili) yerden,
Nurun
(kutsal ışık) çıksın ey İlâh yerden.
Yaşamın
amacını ortaya çıkar (açıkla),
İnsanlığın
geleceği nedir? İzah et.
Ya
fikrimi (onun) ruhuna ulaştır,
Ya ruhumu (onun)
toprağına yolla.
Şair, bu bentte Rabbine
seslenerek imtihan isteğinde bulunuyor. Şair, bazı şeyleri anlayamıyor ve
sorularına cevap arıyor. Sevgilinin dirilip yerden bir kutsal ışık olarak
görünmesini istiyor. Bu sayede bazı soruları cevap bulacaktır.
İnsan ölecekse neden
doğar? Öldükten sonra bizi bekleyen nedir? İnsan aklı ölümün sırrını neden çözemiyor?
Şair, tüm bu sorulara cevap bulamadığı için Rabbine “ya fikrimi onun ruhuna
ulaştır ya da ruhumu onun yanına yolla” diyerek bu derin acının bitmesini
diliyor.
Üçüncü dizede “mah”
(ay) sevgili anlamında kullanılmıştır. Açık istiare sanatı vardır.
6
Derd oldu mukîm, çâre gitti,
Gûyâ vatanım kenâre gitti;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâh-pâre gitti,
Bir matla-ı şeb-nisâre gitti…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet,
Matla’
ona bir sitâre gitti.
Dert
yerleştikçe yerleşti, çare gitti,
Güya
vatanım kenara (uzaklara) gitti
Ben
sonsuz gurbette kaldım,
Ümitsiz
bir türbede kaldım.
O
ay parçası ufkumdan silinip gitti,
Sabahı
olmayan karanlıklara gitti.
Onun
karanlık benzeri yüzünü gördüm,
Bir yıldız gibi batıp
gitti.
Şair,
bu bentte eşinin hastalığını kastederek “Derd
oldu mukîm, çâre gitti” demektedir. O devirde verem çaresi olmayan bir
hastalıktı. Şair, buna işaret ediyor. Şair için vatan eşinin yanıdır. Eşinin
çok uzaklarda olduğunu düşünen şair, kendini de gurbette hissetmektedir. Burada
vatan ve gurbet kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
Sevgilisini ay
parçasına benzeten şair, onun gidişiyle karanlıkta kaldığını söylüyor. Geride
sadece bir iz, anılar kalmıştır. Son dizede de şair, sevgilisini kayan bir
yıldıza benzetiyor. Yaygın inanışa göre gökte bir yıldız kaydı mı biri ölmüş
demektir. Şair, bu yaygın inanıştan esinlenerek sevgilisi için “bir yıldız gibi kayıp gitti”
demektedir. Ay ve yıldız karanlıktaki ışık kaynaklarıdır. Şair, sevgilisini
bunlara benzeterek açık istiare sanatı yapmaktadır. Sevgilinin yüzü karanlığa
benzetiliyor, ancak buradaki karanlık “gizemli” anlamında kullanılıyor.
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâb gelir o, dîdeden dûr,
Gitti diyemem mezâra ol nûr,
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir
kabrdir ıztırâb içinde.
Onun
toprak içinde yüzünü gördüm,
Geldim,
aradım kitap içinde.
Bir
uyku gelir o,gözden uzak
Gitti
diyemem mezara o nur (sevgili).
Bu
sıfır neyse hesap içinde?
Bütün
rakamlar ona dönüşür.
Bir
yokluk içinde varoluş yahut
Bir mezardır ıstırap
içinde.
Bu bentte, insanın ölüm
karşısındaki çaresizliğini görmekteyiz. Her dize ölüm karşısında çaresiz
birinin söyleyeceği sözlerden oluşmaktadır. Bir gün herkes ölecektir. Ancak
ölümün sırrını bilen yoktur. Şair, bu dizelerde ölümün bir yok oluş mu, yoksa
yokluktan varoluş mu olduğunu sorguluyor. Bunu yaparken de tezatlardan ve
istifham sanatından yararlanıyor. Beşinci dizede istifham, yedinci dizede tezat
sanatları var.
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garîbi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türâba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müthişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakîkat anlaşılmaz,
Şânın
bu, cihânda lâyıkın bu!..
Bu
mezar, dakikaların sonudur,
Bu
Yaradan’ın garip bir sırrıdır.
Bir
nur (Fatma) uykuya yönelince (ölünce),
Şu
bir yığın toprağa inmekte.
Bu
tepelerin en yükseğidir,
Bu
gerçeklerin en dehşetlisidir.
Bahtsız,
o gerçek anlaşılmaz,
Şanın bu, sana uygun
görülen bu.
Bu bentte, ölüm
gerçeğinin insan için anlaşılmaz bir son olduğunu ve ölümün düşündürdüklerini
görüyoruz. Ölüm, anlaşılması güç, Yaradan’ın garip bir sırrıdır. Yaradan, neden
insanları hem var hem yok ediyor? Bu gerçeklerin en müthişi olmakla birlikte
anlaşılması güç bir durumdur. Bir bakıyorsunuz ilahi bir ışık gibi parlayan
biri, bir yığın toprağa dönüşüyor. Bu gerçeklerin en müthişidir. O gerçek
anlaşılmaz ama insana uygun görülen de budur.
Bazı gerçekler vardır
ki akıl ve bilimle çözülemez. O zaman devreye inançlar girer. İnanan için bir
şeyi anlamak önemli değildir. Esas olan onun varlığını kabul etmektir. İnanmak,
insandaki şüphelerin giderek sükûnete ermesi demektir. Dünyaya geldiği günden
itibaren insan ölüm gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Buna rağmen ölüm insanlar
için bir sır olarak kalmaya devam eder. Ölmeden ölümün ne olduğu anlaşılamaz.
Mezar, yüksek tepeye;
sevgili, ışığa; ölüm de uykuya benzetilmiştir.
9
Tecdîd kılıp harâb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim.
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun
dilerim türâb şi’rim.
Benim
harap şiirim seninle yenilendi,
Güçsüz
şiirim senin elinde can bulurdu.
Zihnimdeki
fikre dost olurdu,
Kaybettiğim
bir sözü bulurdu.
Şiirimin
kitap olacağını anlardım
O
hesap ettikçe yazdığım şiirimi.
Artık
ne yapayım ben şairliği,
Dilerim artık şiirim
yere batsın.
Şairin bu bendi, ölen
eşine ait anılarına ayırdığını görüyoruz. Onunla şiir üzerindeki anıları
canlanıyor. Şiirlerinin onunla anlam kazandığını belirtiyor.
Bir şair en çok kendi
şiirlerine değer verir. Kendi şiirleri onun en değerli varlığıdır. Sevgili,
şair için bir ilham kaynağıdır. Onun sayesinde şiirlerinin bir anlamı vardır. Şair,
sevgiliyi kaybettikten sonra bu şiirlerin de şairliğinin de hiçbir anlam ve
öneminin olmadığını vurguluyor.
10
Gitti nazarımdan, âh gitti…
Bî-maksad ü bî-günâh gitti.
Her ferd cihânda birdir ammâ
Bir tane değildir öyle, hâşâ!
Bir tâne idi o mâh gitti,
Aylarca olup tebâh gitti,
Görsem yeridir seni karanlık,
Nûrum
benim ey İlâh gitti.
Gitti
gözümün önünden, ah gitti…
Gayesiz
ve günahsız gitti.
Her
fert dünyada birdir ama
Bir
tane değildir öyle (onun gibi) asla!
Bir
tane idi o ay (sevgili) gitti,
Aylarca
mahvolup gitti.
Görsem
yeridir seni karanlık,
Işığım benim ey İlah, o
gitti.
Şair, bu bentte eşinin
sebepsiz ve günahsız öldüğünü söyledikten sonra onun ne kadar eşiz bir insan
olduğunu belirtiyor. Aslında her insan eşsiz özelliklere sahip olarak dünyaya
gelir. Ancak şair için eşinin hayatındaki yeri bambaşkadır. Şaire göre onun
yerini kimse dolduramaz. Böylesine özel bir kişinin aylarca eriyip gitmesini ve
ölmesini şair kabullenemiyor. Sevgilinin yokluğu onda bir boşluk ve yalnızlık
duygusu uyandırıyor. Şair bu dizelerde Allah’a seslenerek hem sitemde bulunuyor
hem de ona sığınıyor.
Yedinci dizede
“karanlık” kavramı farklı yorumlara neden olmaktadır. Ancak şairin daha önce çok
sevdiği eşinin yüzü için de aynı ifadeyi kullandığını görüyoruz. Bu açıdan
baktığımızda şairin “karanlık” kavramını “bilinmezlik” veya “gizem” anlamında
kullandığını söyleyebiliriz.
Şair, sevgilisini “mah”
(ay) ve “nurum” (ışık) olarak anıyor. Açık istiare vardır. “ey İlah” sözünde
nida sanatı vardır. “nur-karanlık” kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr sensin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım bazı kerre,
Meşcerdeki rûzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin
Türben görününce anlarım ki
Öldüm,
bana türbedâr sensin.
Ey
sevgili, şu ilkbahar sensin.
Ben
anlıyorum ki sevgili sensin.
Denize
ve karaya baktıkça,
Birden
sanırım ki bazı kere,
Ağaçlıktaki
rüzgâr sensin.
Ağlar,
derim gözyaşı döken sensin
Türben
görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedar
sensin.
Doğadaki her olay şaire
sevgilisini hatırlatıyor. İlkbahar, deniz, rüzgâr, ağaçlar kısaca her şey ona sevgilisini
hatırlatmaktadır. Şair, onu düşününce ağlar, ağladığı zaman onun ağladığını
sanır. Türbesini görünce öldüğünü, türbedarının da sevgilisi olduğunu sanır.
Şair burada, kelime oyunları yaparak aslında sevgilisiyle bir bütün olduğunu belirtiyor.
Sevgili her zaman onun hayallerinde ve anılarında yaşamaya devam edecektir.
12
Sâfil semavâtı cây edinsin,
Teşhir olunup ecel tepinsin.
Bin velvele, bin kıyamet olsun;
Bin zelzele bir inayet olsun;
Mahşer tozarak mezara binsin
Çarpıp küreler kırılsın insin;
Yağsın nesi varsa kâinatın…
Lâkin
bu derin sükût dinsin!..
Aşağılar,
gökleri yer edinsin (yer gök birbirine girsin)
Ecel
ortaya çıkıp tepinsin.
Bin
gürültü, bin kıyamet olsun;
Bin
zelzele, bir ihsan (iyilik) olsun
Mahşer
(kıyamet günü ölülerin toplanacağı yer) tozarak mezara binsin
Çarpıp
küreler (gezegenler) kırılsın insin;
Yağsın
nesi varsa kâinatın…
Lâkin bu derin sükût
(sessizlik) dinsin!
Şair, sevgilisini
kaybetmenin acısıyla öylesine kendinden geçmiştir ki artık tüm evren, yer gök,
bütün gezegenler birbirine girse yeridir. Öylesine derin bir ıstırap içindedir.
Sevgilinin ölümü onu öylesine sarsmıştır ki kıyamet kopsa bu kadar
etkilenmeyecektir. Şair, başına gelebilecek en büyük felaketi yaşadığını
düşünerek, artık bu derin sessizliğin dinmesini istiyor.
Şair bu bentte mübalağa
sanatı yapıyor. Ayrıca tezat sanatından da yararlanıyor. “Bin kıyamet, bin zelzele, çarpıp küreler kırılsın insin, yağsın nesi
varsa kâinatın” sözlerinde mübalağa sanatı var. “Sâfil-semavât”, “velvele-sükût”
kelimeleri arasında tezat sanatı var.
Genel
Değerlendirme
Makber, Türk şiirinde
yeni bir dönemin başlangıcıdır. Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nın diğer eserlerine
göre farklı bir içerik ve şekille öne çıkan önemli şiirlerden biridir. Şiir, hem
içerik hem de biçim bakımından yeniliklerle doludur.
Abdülhak Hamid, bu
şiirinde ölüm karşısında duyduğu şaşkınlığı, karmaşık duyguları ve iç
dünyasında kopan fırtınaları anlatmıştır. Ancak şair, ölüme sadece duygusal
açıdan yaklaşmamış, ölümü felsefi açıdan da sorgulamıştır.
Ölümle ilgili pek çok şiir
yazılmıştır, ancak “Makber” şiirimize getirdiği yenilikler ve bıraktığı etki
açısından çok özel bir yere sahiptir.