Baki Gazel İncelemesi
Gazel
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecride
girdiler
Her yâneden ayağına altun akup
gelür
Sahn-ı çemende durma salınsun
sabâyıla
Bâkî çemende hayli perîşân imiş
varak
Bâkî
Günümüz
Türkçesiyle
Bahar
mevsiminden ne bir ad ne de bir iz kaldı
Bahçenin
ağaçları tecrit(soyutlanma) hırkasına büründüler
Her
yandan ayağına altın (sarı yaprak) akıp gelir.
Bahçenin
ortasında durmadan salınsın sabah rüzgârıyla
Baki,
bahçede hayli perişan imiş yaprak
Şiirin
Biçim Yönünden İncelenmesi
Şiirin
nazım birimi: beyittir.
Şiirin
ölçüsü: aruz ölçüsüdür.
Kalıbı:
“mef’ûlü
/ fâilâtü / mefâîlü / fâilün”dür.
Uyak
şeması: “aa / ba / ca / da / ea” biçimindedir.
Şiirin
Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)
--- bahârdan
Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi
Açıklama – Yorum
Şiirde ilk bakışta bir
sonbahar tasviri yapıldığı görülüyor. Buna göre ilkbahardan hiçbir iz kalmamış,
yapraklar sarararak dallarından yere düşmüştür.
Nâm u nişâne kalmadı fasl-ı
bahârdan
Bahar
mevsiminden ne bir ad ne de bir iz kaldı
Ancak şiirde görünen
anlamın dışında bir de anlatılmak istenen mecazi anlamlar da vardır. Buna göre
şair, artık gençlik yıllarının geçtiğini, gördüğü itibardan hiçbir iz
kalmadığını söylüyor. Bunu yaparken de tasavvufi terimlerden faydalanıyor. Bu
açıdan bakıldığında dünyada itibar görmenin pek de önemli olmadığını ve
olgunlaştığını dile getiriyor. Böylece yaşlanmanın hem olumlu hem de olumsuz
yönlerine dikkat çekmiş oluyor.
Beyitte birbiriyle
ilgili kelimelerin bir arada kullanıldığı “nam u nişane, fasl-ı bahar, çemen,
itibar, berk-i dıraht kelimeleri arasında tenasüp sanatı görülüyor. Beyitte “çemen,
sonbahar / dünya, yaşlılık” kelimeleri arasında leff ü neşr sanatı
görülüyor.
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecride
girdiler
Bahçenin
ağaçları tecrit(soyutlanma) hırkasına büründüler
Bağın (bahçenin)
ağaçlarının tecrit hırkasını giymeleri ifadesinden yaprakların döküldüğü
düşüncesi çıkarılabilir. Bu durumun tasavvufi ifadelerle anlatılması, insan
ömrünün sonbaharı yani yaşlılık dönemi gelince insanı hayata bağlayan şeylerin
gittikçe azalmasını anlatır. Bu durum tıpkı dervişlerin tecrit hırkası giyip dünya
işlerinden çekilmesine benzetiliyor.
Beyitte geçen “el almak”
sözüyle ise müritlerin şeyhten tekkeye girmek için izin ya da onay almalarına
benzetiyor. Eğer şeyh öpülmesi için elini uzatırsa onay vermiş, uzatmazsa onay
vermemiş oluyordu. Şair, sonbahar tasviri yaparken yaşlanmayı, daha doğrusu
kendinin yaşlandığını anlatıyor, bunu yaparken de tasavvufi terimlerden
faydalanıyor.
Beyitte geçen “eşcar-ı
bağ (insan / mürid) sözünde istiare; bad-ı hazan (yaşlılık / mürid)
sözünde istiare; “çemen (dünya ) kelimesinde istiare; “çenar (mürşit,
şeyh) kelimesinde istiare; “el almak (şeyhten onay almak) sözünde istiare sanatı var. Beyitte geçen “Eşcar-ı
bağ”, “hırka-i tecrit”, “bad-ı hazan”, “el almak” sözlerinde teşhis (kişileştirme) sanatı var. Aynı
zamanda bu kelimeler arasında tenasüp sanatı ve leff
ü neşr sanatları da var.
Her yâneden ayağına altun akup
gelür
Her
yandan ayağına altın (sarı yaprak) akıp gelir.
İlk bakışta şairin bu
beyitte sonbahar tasviri yaptığı görülüyor. Ağaçlardan kopan sarı yapraklar her
yandan gelmekte ırmağın üzerinde adeta yüzmektedir. Şair, bu sarı yaprakları
altına benzetiyor. Şairin yaprakları altına benzetmesi boşuna değildir. Şair
artık yaşlanmış, eski parlak günleri geride kalmıştır. Yardıma muhtaç bir
haldedir ve devlet büyüklerinden yardım ummaktadır. Beyit tasavvufi açıdan
değerlendirildiğinde; müritlerin şeyhten himmet (manevi destek) ummasından
esinlenerek söylenmiş olduğunu görülür. Çünkü müritler için en önemli şey
şeyhlerinin göstereceği himmettir.
Beyitte geçen “Eşcar-ı
bağ ve cuybar” sözlerinde istiare sanatı vardır.
Sahn-ı çemende durma salınsun sabâ
ile
Bahçenin
ortasında durmadan salınsın sabah rüzgârıyla
Bu beyitte de şair, sonbahar
tasvirine devam ediliyor. Bu mevsimde yaprak ve meyvelerini döken fidanlar
sabah rüzgarıyla sağa sola sallanarak adeta salınmaktadır. Mecazi anlamda
düşünürsek insanlar yaşlandıkça sorumlulukları ve gelecekle ilgili
kaygılarından arınarak adeta rahat ve sorumsuz bir hayat sürmeye başlar.
Tasavvufi anlamda ise dünya zevklerinden ve sorumluluklarından arınarak tecride
giren dervişler sallanarak Allah aşkını daha derinden yaşar.
Bu beyitte “sahn-ı
çemen, nihâl, berk ü bar ve azade” kelimeleri arasında tenasüp; yine “nihâl ve
berk ü bar” kelimelerinde istiare sanatı vardır.
Bâkî çemende hayli perîşân imiş
varak
Baki,
bahçede hayli perişan imiş yaprak
Baki. son beyitte
kendinden bahsediyor. Sonbaharla yaşlılığı arasında bir bağ kuruyor. Rüzgar
nasıl ki ağaçlardaki yaprakları koparıp sürüklüyorsa zaman da insan hayatından
çok şey alıp götürüyor ve insan yaşlanınca çaresiz ve yardıma muhtaç bir hale
geliyor. Şair, her ne kadar dünya malında gözü olmadığını söylese de devlet
büyüklerinden yardım beklediğini vurguluyor.
Beyitte geçen “çemen,
perişan, varak, rüzgar” kelimeleri arasında tenasüp sanatı vardır. Aynı zamanda
“varak” (yaprak) kelimesinde teşhis sanatı vardır.
Beyitte “rüzgar”
sözcüğü hem yel (yakın anlam) hem de zaman (uzak anlam) anlamlarında
kullanılmıştır. Böylece yakın anlam söylenerek (yel), uzak anlam (zaman)
kastedilmiştir, tevriye sanatı vardır.
Şiirin teması: sonbahardır. Ancak şair sonbahar tasviri yaparken insanın yaşlılık dönemlerini ve yaşlılıkta yaşanan zorlukları da anlatmıştır.
Dil ve Anlatım
Baki’nin bu gazeli dönemindeki diğer şiirlere göre daha sade ve anlaşılır bir Türkçeyle yazılmıştır. Halk deyişlerinden ve tasavvufi terimlerden bolca yararlanmıştır. Söz sanatları ustalıkla kullanmış duygu ve düşünceler içten ve lirik bir anlatımla dile getirilmiştir.
Şair Hakkında – Baki
Asıl adı Mahmud
Abdülkadir olan Baki,1526 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Fatih Camii
müezzinlerinden Mehmet Efendi’dir. Baki küçüklüğünden itibaren dini ve ilmi bir
çevrede yetişmiş, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında camilerde kandil ve mum
yakıp söndürme işlerini yapmıştır.
Fakir bir ailenin
çocuğu olan Baki, imam ve müezzinleri dinleyerek büyüdü. Bu vaizlerin etkisiyle
medreseye gitmeye başlayan Baki, kendini oldukça zengin bir şiir ve edebiyat
çevresinde buldu.
On sekiz yaşına
geldiğinde şiir yazmaya başlayan Baki, bu alanda tanınmaya kararlıydı. Bu
nedenle eski divan şairlerine nazireler yazdı. Yazdığı şiirleri genç şairlere şiir
dersi veren Zati’ye gösterdi. Zati, bu şiirleri görünce Baki’nin yazdığına inanamadı
ve o günden sonra kendisine her türlü desteği verdi.
Baki’nin ünü hocası Karamanlı
Mehmet Efendi için yazdığı “sünbül”
redifli şiir ile iyice arttı. Baki, bir taraftan medresedeki derslerine devam
ederken diğer taraftan yapımı devam eden külliyede bina emiri olarak çalıştı. Üç
yıldan fazla süren bu süreçte Kanuni Sultan Süleyman’a üç kaside sundu.
1556 yılında Halep’e
gitti. 1560 yılında İstanbul’a döndü. Sadrazam Semiz Ali Paşa’ya kasideler
sunarak gözüne girmeyi başardı. Müderris oldu. Bu sıralarda Kanuni’nin şiirlerine
nazireler yazıp, kasideler sundu. Baki, Kanuni ile iyi ilişkiler kurdu, hatta cariyelerinden
Tûti hanımla evlenerek onunla ömür boyu evli kaldı.
1556’da tahta çıkan II.
Selim’e hemen bir cülûsiye (tahta çıkan padişahlara sunulan kaside) sunduysa da
umduğunu bulamadığı gibi müderrislikten de oldu. İki yıl boş durduktan sonra
yeniden Mahmut Paşa ve Eyüp medreselerine müderris olarak atandı. Sokullu’nun
da gözüne girmeyi başaran Baki Şeyhülislam olmak istiyordu. Mekke, Medine ve
İstanbul kadılıklarında bulundu. Anadolu kadıaskerliğine yükseldi. 1598’de
istifa ederek istirahata çekildi.
Refah düzeyi yüksek sakin ve huzurlu bir hayat yaşayan Baki, çok istemesine rağmen Şeyhülislam olmayı başaramadı. Hayatı boyunca çeşitli mevkilerde devlet hizmetinde bulundu. 1599 yılında İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.
Baki, saraya yakın
olmuş, özellikle Sultan Süleyman ile yakın ilişkiler kurmuş, ondan iltifat
görmüş, II. Selim ve III. Murat zamanlarında hem saraydan hem de halktan büyük
bir itibar görmüştür. Yaşarken “Sultanüş’şuara” (Şairler Sultanı) unvanı almış
nadir şairlerdendir.
Baki, çok sayıda kaside
yazmış olmasına rağmen her şeyden önce bir gazel şairidir. Şiirlerinde din dışı
konuları işlemiştir. Aşk, yaşama zevki, doğa şiirlerinde işlediği başlıca
konulardır. Tasavvufu konu alan şiirler yazmasa da bazı şiirlerinde tasavvufun
etkisi açıkça görülür.
Devrinde şöhreti ve
eserleri Anadolu ve Rumeli’yi aşarak Azerbaycan, İran, Hicaz ve Hindistan’a
kadar ulaşmıştır.
Kaside ve
gazellerindeki güçlü ifadesi, canlı dili, edebi sanatları kullanmadaki
ustalığıyla klasik bir divan şairi olmasına rağmen kendinden önce gelen
şairleri aşmayı bilmiştir. Baki, şiirde uyguladığı her konuda öncekilerden
güçlü ve öncekilere benzemeyen bir özgünlüğe sahipti. Onun şiirlerinde teknik
hatalara, aruz kusurlarına, anlam bozukluklarına pek rastlanmaz.
Baki, İstanbul şivesini
şiirimize sokmuş, halk arasında kullanılan deyimleri, söyleyişleri, atasözleri
ve deyimleri kullanmaya özen göstermiştir. Dili kullanmada oldukça
yeteneklidir. Onun şiirlerinde ahenk, hece, kelime ve dizeler adeta bir mimar
titizliğiyle oluşturulmuştur. Şiirlerinde en küçük sesten dizeye kadar mükemmel
bir uyum görülür.
Topluma ait durumları
aktarırken, doğadan örnekler vererek anlatmak istediği her şeyi mükemmel bir
şekilde hissettirir. Baki’nin şiirlerinde doğa ve gül motifi önemli bir yer
tutar. Şiirlerinde geçen “bağ, çınar, gül, bülbül, ırmak, fidan, ağaç, yaprak
vb.” insanları ve insan davranışlarını temsil etmektedir. Onun şiirlerinde
soyut duyguların somutlaştırılması başarıyla gerçekleşir. İnsandan doğaya, doğadan
insana yaptığı aktarmalar oldukça ilgi çekicidir.
Eserleri