Odalardan Biri Öykü İncelemesi
Öyküye hâkim olan bakış
açısı anlatıcı-yazar bakış açısıdır. Yazar, öykünün gelişen bölümlerinde bu
bakış açısına hâkim (ilahi) bakış açısı da kazandıracaktır.
Giriş cümlesinde üçüncü
teklik kişiden bahseden anlatıcı, üçüncü cümlede şahıs değiştiriyor ve “ben”e
geçiyor. Bu ifade hem türe ait bir anlatım özelliğidir hem de anlatılan kişinin
kararsızlığı ile ilgili olduğu için metnin teması ile ilgili bir durumdur.
Yazar bu girişi özel olarak seçmiştir. Çünkü öykünün bundan sonraki satırları
okuyucuyu iç dünyasında karmaşık duygular yaşayan biriyle tanıştıracaktır.
“Fenerin ışığı yolun üstüne bir daha düştü; Suat uzaklaşmış bile; tek
balığını sallıyor elinde. İstasyona yedi dakikada, evine on dakikada varır.
Döndüm. Denize inen yolun başında ışığın sandalı aydınlatmasını bekliyorum.
Sandal çırpıntılı ışığı içindeyken atıyorum balığı. Küt, kof katılmış katılığın
sesi geliyor. Eve gitmek uzun sürer. En azından on beş dakika; üşeniyorum.
Usanç geldi bu yoldan.”
Bu paragrafta bu
kişinin en önemli özelliğinin “üşengeçlik” olduğunu anlıyoruz. Üşengeçlik,
usanç kelimesiyle kişinin ruh durumunu yansıtıyor. Yazarın ana hatlarıyla
çizdiği kişi; kararsız, üşengeç, hayattan usanmış, çevresiyle sorunlu,
yalnızlığı seven ama bunu uzun süre devam ettiremeyen, çabuk bıkan, kılığı da
uygunsuz biridir.
“Babam kızmış, kapının sürgüsünü gene sürdürmüştür anneme. Otele gitsem.
Ömrümde giremedim, gıcırtılı, esnedi esneyecek gibi duran kapısından içeri.
Yıllardır da geçerim önünden. Ne zaman gelecektim sanki. Yatağımı, evimi
severdim şimdiye kadar; oda demeli, oda demek daha doğru olur. Odamı, yalnız
odamı severdim. Ondan da soğuttular sanki beni. Garip olacak, kılığım da pek
uygunsuz, aldırma. Kapı sürgülü olsa bile bodrum penceresinden girerdim.”
Öykünün bundan sonraki
bölümleri, sıralanan bu özelliklerin açılımı gibidir. Öyküdeki kişiyi din,
cinsiyet, ırk, resmiyet ifade etmeye yetmez. Kişi kendini bu gibi değerlerle
sınırlamadığı için ne mutlu ne de mutsuzdur. Aynı zamanda kimlik bunalımı
yaşamaktadır.
Öyküde mekân olarak
eski yıpranmış bir otel ve anlatıcının odası tasvir edilir. Otel; çağdaş
yaşamın en görünür mekânlarından biridir. Kimliksiz, kişiliksiz, orta malı
yatakların mekanıdır. Gelip geçiciliğin simgesidir. İnsana özgü sıcaklıktan
yoksundur. Yabancılık hissi verir insana.
Öykünün ilerleyen
bölümlerinde yazıldığı döneme ait bazı ipuçlarıyla karşılaşırız. Öyküde geçen
“tel dolabı” henüz buzdolabının yaygınlaşmadığının bir göstergesidir.
“Balığa çıktık derim. Laf olsun diye birer balık çektik Suat’la. O, eli
boş dönmesin diye aldı yanına. Eve götürür, tel dolabının orta yerine
yerleştirir.”
Öykünün kurgusunda
diyaloglara yer verilmemiştir. Öykü iç konuşma şeklinde geçer. Yazar, öykü
boyunca kendi kendiyle konuşuyor gibidir. Yazar “iç konuşma” tekniğinin yanında
“bilinç akışı” tekniğini de kullanır.
Öyküde kullanılan “kedi
imgesi” dikkat çekicidir. Yazar, kedi imgesiyle insan arasında bir bağlantı
kuruyor. Kedi hem kendi kendine yeten hem de çabuk sıkılan, içine kapanık
yalnız insanın simgesidir.
“Bir kedi var bitişikteki balkonda. Denizin içinden çağırıyorum. Başını
kaldırıyor, kalkıp geriniyor, oturuyor, çöküyor. Yumulan gözleri görüyorum
sanki.”
İnsanın karmaşık bir
varlık olduğu düşüncesini öne çıkaran yazar, olay örgüsünde birden fazla
çatışmaya yer veriyor. Bu nedenle öykü karmaşık bir yapıya bürünüyor.
Anlatıcıyla karakterin yer yer birbirine yaklaştığı bazen de özdeşleştiğini
görürüz. Yazar bu durumlarda “ben” anlatıcıya başvurur.
“Gözleri gözlerim gibi yeşil. Yaşlı bir yeşil ağarmış gibi, kızgın kuma,
kızgın denize bakmış gibi yahut. Ne istiyorsunuz, deyiverdi gözler, gözlerimin
içinde. Ne isteyeceğim. Kızgın baktım yeşile. Oda istiyorum. Yeşil koyulaştı,
daha yukarılara çıktı. Tuzlu kıvırcıklığı içindeki saçma, terini duyabildiğim
alnıma doğru. Gene yeşillerin içinden bakıyorum.”
İnsanın aklı, ruhsal
durumu, sevgisi, nefreti, dikkati, zihniyeti gözlerine yansır. İnsan gözden ve
bakıştan çok etkilenir. İlk defa karşılaşılan kişinin gözlerine olan dikkat,
aslında o kişiyi tüketmeye yönelik bir girişimdir. Ama modern insan
başkalarının bakışında kendini aradığı için bunu pek önemsemez.
Yazar bir taraftan
kahraman anlatıcıyı betimlerken diğer taraftan modern insana ait özellikleri de
anlatır. Öykü kimliksiz, kendini tanımayan ve tanımlayamayan insan üzerine
kurulu olduğundan, yazar karakterine belli bir kimlik yakıştırmaz. Onun yaşı,
mesleği, statüsü, kimlik bilgileri önemli değildir. Kimlik denince akla
öncelikle kayıt altına alınan bu bilgiler ve bu bilgileri gösteren belge gelir.
“Adınız? diyor. Müşfik. Ağır geliyor yabancının sorması. Vazgeçesim,
çıkıp gidesim tutuyor. Gözümü kaldırınca yeşiller gene gözümde. Bekler gibi.
Soyadınız? diyor. Bu defa. Yutkunuyorum. Börekçi demeli. Müşfik Börekçi,
diyorum. Duraklamıyor bile yazarken. Şaşmadı. Suat Çuhacı da Fikret Ünlü de
deseydim şaşmayacaktı. Babanızın adı? Reşit, diyorum.”
Eşya ve olgular
karşısında edilgen olan modern insan, huzursuzdur ama bunun nedenini
araştırmaz. Bulmaktan korkar. Bulursa sorumluluk altına gireceğini düşünür ve
bundan kaçınır. Yalnızlığı seven ancak uzun süre yalnız kalmak istemeyen,
insanlarla iletişim kurmaktan kaçan, içine kapanık, huzursuz ve ne yapacağı
belli olmayan, kararsız modern insan çıkmazdadır. Kimliğinin sorulmasından dahi
rahatsız olur. Modern insan fark edilmek, varlığını başkaları üzerinden duymak
ve duyurmak ister. Ancak bu noktada da çıkmazdadır. Kendini keşfetmek yerine
kendini gerçekleştirmenin peşindedir. Bunun için seçilen araç “öteki”dir. Öteki
de aynı beklenti içindedir. Bu kısır döngü içinde modern insan daima bunalım
içindedir.
Öyküde mekân ve zaman
olgusu üzerinde pek durulmaz. Bu öğeler temanın bir parçası olarak görülür.
Öyküdeki anlatım tekniğiyle tema arasında sıkı bir uyum vardır. Öykünün yapısı
iki zıt düşünce ve karakterler üzerinden değil çok katmanlı ilişkiler üzerinden
kurgulanmıştır.
Öyküye hâkim olan
düşünce; kişinin ailesine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşması ve bu
duygunun doğurduğu huzursuzluktur. Öykü, modern dünyayı ve o dünyanın mutsuz
insanını merkeze alır.
Öykü şu cümlelerle
biter:
“Erkenden kaçmalı. Pencereden içeriye dolmuş denizin, yıldızların içinde
uyuyacağım. Kâtip “Aşk Sanatı”nı okur şimdi. Işığı hiç yakmamışım, göğün
aydınlığı yetmiş. Bir komodin de varmış odada. Yeni odada yatmak, heyecan gibi
bir şey. Çarşafın serinliği duruyor hâlâ. Yatayım artık.”
Öykünün sonunda mutsuz insanın “düş dünyasına” sığındığı görülür.