Parasız Yatılı Öykü İncelemesi
Füruzan’ın “Parasız Yatılı” adlı öyküsü, aynı adlı kitabında yer almaktadır. Yazar, bu öyküsünde anne ve kızın yoksul hayatlarını, çektikleri sıkıntıları, hayallerini, umutlarını anlatarak, okuyucuyu bazı sosyal sorunlar üzerinde düşündürür.
Parasız Yatılı, 1971’de
yayınlandıktan bir yıl sonra öykü dalında en önemli ödüllerden biri olan “Sait
Faik Hikâye Armağanı”nı almıştır. Üç bölümden oluşan kitapta; ilk bölümde üç,
ikinci bölümde sekiz ve son bölümde de bir tane olmak üzere toplam on iki tane
öykü bulunuyor.
Öyküde bir hastanede
bakıcılık yapan bir anne ve kızının yoksulluk içinde geçen yaşantılarından bir
kesit anlatılır.
Öykü, “ – Sen çıkınca işin bitip, gene yürüyerek
iner, Mısır Çarşısındaki beğendiğimiz börekçi var ya, kanarya kuşları olan,
orda öğle yemeğimizi yeriz. N’olacak kırk yılda bir ziyafet. Onun için
Cağaloğlu’na yürüyerek gidip gelmekten yorulmayız, değil mi benim kızım?
İstersek tatlı bile yeriz. Köprüden de eğlene güle döneriz.” diye annenin
konuşmasıyla başlar.
Anne, kocasını genç
yaşta kaybetmiş, hastabakıcılık yapmakta, kızının da parasız yatılı sınavlara
girip öğretmen olmasının hayalini kurmaktadır.
“
– Korkuyor musun? Hiç konuştuğun yok sabahtan beri. Hadi hadi Salıpazarı’ndan
bu taşlı tokanın eşini alacağım sana. Sonra bizi tayin edecekler. Sen okulu
bitirip öğretmen olunca, ben çalışmam hastanede. Beraber çıkar gideriz.
Koltuklar alırız. Onlara çiçekli basma örtüler dikerim ben. Bir de kabul
günümüz olur. Konukları ağırlamak için, eğer unutmadımsa, anasonlu galeta
yaparım.”
Öykü karşılıklı konuşmalar,
iç konuşmalar şeklinde geçer. Belirli bir zaman yoktur. Sınava gidiş sırasında
yer yer geriye dönüşler yapılarak, anılardan söz edilir.
“İlk
evden ayrılacağı gece tahinhelvası aldılar bakkaldan. Peynirle tükenmez
yaptılar, masalarına mavi çiçekli muşamba serdiler. Bu muşamba eve babasının
yaşadığı günlerdeki düzenden kalmış, ferahlığın, korkusuzluğun anısıydı. Niçin
babasını hep yaşayacak sanmışlardı? O da ölecek gibi görünmüyordu. Öyle dürüst,
öyle kesin bir adamdı ki; ölümün sinsiliği ona hiç gölge düşürmemişti. Evine
her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti
odalarına.”
Öykünün sonunda anne-kız
sınavın yapılacağı okula gelirler. Kız sınava girmek için ayrılır ve öykü “ Çocuk dönemeçte arkasına baktı. Dış kapıda
annesi yağmurun altında gülümseyerek duruyordu” diye sona erer.
Öykünün kişileri; anne
ile kızı, anılarda yaşayan baba, başhemşire ve hademe kadındır. Öyküdeki
kişiler yaşantılarına uygun olarak verilmiştir. Kişilerin yaşantılarını
gerçekçi bir bakış açısıyla betimleyen yazar, anne ile kızın bulundukları
duruma okuru da ortak etmeyi başarmıştır.
Öykü, İstanbul’da
geçmektedir. Annenin çalıştığı hastane, Mısır Çarşısı, Cağaloğlu, yaşadıkları
ev, sınavın yapıldığı okul öykünün geçtiği mekânlardır.
Öyküde belli ve önemli
bir olay yoktur. Giriş, gelişme, sonuç bölümleri de yoktur. Olay sıradan
olmakla birlikte anlatım tarzı yeni ve özgündür. Bu tür öykülere durum (kesit) öyküsü denir. Öyküde olay, zaman
akışına göre değil, hayatın çeşitli anları, annenin konuşmaları, kızın
hatırlatmaları aracılığıyla verilir.
Yazar, bireylerin iç
dünyasını ve durumunu gerçekçi bir dille anlatmıştır. Bunu yaparken de farklı
anlatım tekniklerine başvurmuştur. Bunların başında karşılıklı konuşma
(diyalog), iç konuşma, öyküleyici anlatım ve betimlemelerin yanında geri dönüş
tekniği de kullanılmıştır.
Öyküde geçen “kırk yılda bir”, “eğlene güle”, “gölge
düşürmemişti”, gibi deyimler görürüz. Halkın konuşma dilinden alınan bu deyimler
öyküye ayrı bir hava kazandırır. Öyküdeki bütün konuşmalar canlı, etkili ve
duygu yüklüdür.
Öyküde yaşantıların,
somut ayrıntılarla verilmesi eşyanın duygu, anlam ve anı yüklü bir biçimde
betimlenmesi dikkat çekicidir. Bunların hepsi ana fikir etrafında şekillenir.
Yazar, bu öyküsüyle bir dönemin sosyal gerçekliğine ışık tutmuştur.