Fuzuli Gazel İncelemesi
Gazel
Beni candan usandırdı cefâdan yâr
usanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd
ider ihsân
Gamım pinhân tutardım ben dediler
yâre kıl rûşen
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan
çeşm-i giryânım
Gül-i ruhsârına karşu gözümden
kanlı akar su
Değildim ben sana mâil sen etdin
aklımı zâil
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka
rüsvâdır
Günümüz
Türkçesiyle
Canan
(sevgili) bütün hastalarının (âşıklarının) derdine çare (ilaç) bulur.
Ben
derdimi gizli tutuyordum, dediler sevgiliye belli et.
Ayrılık
gecesi canım yanar, gözümden kanlı yaşlar dökülür.
Gül
yanağına karşı gözümden kanlı yaşlar akar.
Ben
sana meyilli (düşkün) değildim, sen aklımı başımdan aldın.
Fuzuli
çılgın bir rinddir (âşıktır), her zaman halka rezil olmuştur.
Şiirin
Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım
birimi: beyittir.
Şiirin
ölçüsü: aruz ölçüsüdür.
Kalıbı:
“me
fâ î lün / me fâ î lün /me fâ î lün / me fâ î lün” dür.
Uyak
şeması: “aa / ba / ca / da / ea / fa /ga” biçimindedir.
Şiirdeki Ahenk Unsurları
Uyak ve Redifler
---usanmaz mı
Fuzuli’nin bu gazeli
aynı zamanda “musammad gazel” özellikleri de göstermektedir. Bu da dize
ortalarında bir iç uyak olduğunu gösterir. Buna göre gazel ahenk unsurları
açısından şöyle de incelenebilir:
Beni
candan usandırdı ---a
Kamu
bîmârına cânân ---d
Gamım
pinhân tutardım ben ---e
Şeb-i
hicrân yanar cânım ---f
Gül-i
ruhsârına karşu ---g
Değildim
ben sana mâil ---h
Fuzûlî rind-i şeydâdır ---ı
Ayrıca aliterasyon (ünsüz
seslerin “d,b,m gibi” sık kullanılmasıyla elde edilen ahenk) ve asonanslarla
(ünlü seslerin “e, a gibi” sık kullanılmasıyla elde edilen ahenk) ahenk
kuvvetlendirilmiştir.
Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi
Açıklama – Yorum
Şair, bu şiirinde
sevgiliye duyduğu platonik aşkı anlatmaktadır. Şiiri anlayabilmek için önce
platonik aşkın ne olduğunu anlamak gerekir. Bu aşk ne Nedim’deki gibi arzuya
dayanan maddi bir aşktır, ne de Yunus Emre’deki gibi ilahi bir aşktır.
Fuzuli’nin aşkı bir kadına duyulan ilahi bir aşk olarak tanımlanabilir. Şair, aşkı
için ne kadar çok acı çekerse o kadar hoşnut kalır. Acı büyüdükçe aşk da büyür.
Şair, bu nedenle acılarının daha da artmasını ister.
Beni candan usandırdı cefâdan yâr
usanmaz mı
Beni
canımdan usandırdı, sevgili cefa yapmaktan bıkmaz mı?
Şair, sevgilinin
eziyetlerinden dolayı canından usanmış, ancak sevgili eziyet etmekten
bıkmamıştır. Sevgilinin eziyet etmesi şaire yüz vermemesinden kaynaklanır.
Sevgilinin bu ilgisizliği şaire acı vermektedir. Şair, bu durumu feleklerin âhından
yanmasıyla anlatmaya çalışır. Sabahlara kadar uyuyamadığını, sevgili için
gözyaşı döktüğünü bu nedenle gözlerinin kıpkırmızı olduğunu dile getirir.
Gökyüzünün doğal olarak sabaha karşı kızıl bir renk almasını güzel bir nedene
bağlayarak ah çekmesinden gökyüzünün tutuştuğunu söyler. Ancak şairin gökyüzünü
tutuşturan feryatları sevgiliye kavuşmasına yetmez.
Bu beyitte “usanmak”
kelimesinde tekrir (tekrar) sanatı; soru anlamı taşıyan “usanmaz mı?” “yanmaz
mı?” kelimelerinde istifham sanatı; “gökler yandı âhımdan” sözünde mübalağa ve
hüsn-i talil; “dilek mumu” tamlamasında telmih(eski bir geleneğin
anımsatılması); “yanmak” ve “yanmamak” kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsân
Canan
(sevgili) bütün hastalarının derdine çare (ilaç) bulur.
Şair, kendini ve
sevgilinin aşıklarını hasta olarak görüyor. Sevgili bütün aşıklarıyla
ilgilenmekte, adeta onların derdine deva olmaktadır. Ancak bu ilgisini şairden
esirgemektedir. Şair bu durumdan hiç memnun değildir. Acaba sevgili şairin
aşkına inanmamakta mıdır?
Beyitte “bimar (hasta),
dert, deva, derman kelimeleri arasında tenasüp sanatı; “bimar” (hasta – âşık) kelimesinde istiare sanatı; “niçin kılmaz
bana derman” sözünde istifham sanatı vardır.
Gamım pinhân tutardım ben dediler
yâre kıl rûşen
Ben
derdimi gizli tutuyordum, dediler sevgiliye belli et.
Şair, aşkını gizli
tutuyor ve sevgiliyi içten içe seviyor. Şairin acı çektiğini gören dostları ona
sevgiliye aşkını belli etmesini öneriyor. Ancak şair, sevgilinin aşkına
inanmayacağından korkuyor. Çünkü sevgili şaire karşı ilgisizdir. Eğer sevgili
onun aşkına inanmazsa şair, daha da perişan olacaktır.
Beyitte “pinhan” ve
“ruşen” kelimeleri arsında tezat (zıtlık) sanatı, “inanır mı inanmaz mı”
sözünde istifham sanatı; “bi-vefa” sözünde sevgili kastedildiği için mecaz
sanatı; “gam, pinhan, ruşen, bi-vefa” kelimeleri arasında tenasüp sanatı
vardır.
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan
çeşm-i giryânım
Ayrılık
gecesi canım yanar, gözümden kanlı yaşlar dökülür.
Şair sevgiliye
kavuşamadığı için bütün gece gözyaşı döker. Feryatları herkes tarafından
duyulur. Ancak haykırışları ne sevgili ne de kara bahtı tarafından duyulur.
Şair, kara bahtını uyandırmayı bir türlü başaramaz.
Bu beyitte “kara bahtım
uyanmaz mı” sözünde tecahül-i arif (bilip de bilmezlikten gelme) ve istifham
sanatları; “gözünden kanlı yaşlar dökülür” sözünde mübalağa (abartma) sanatı
vardır.
Gül-i ruhsârına karşu gözümden
kanlı akar su
Gül
yanağına karşı gözümden kanlı yaşlar dökülür.
Kışın dağların
tepesinde biriken kar, ilkbahar gelince eriyerek bulanık bir şekilde gül
bahçelerine doğru akar. Şair, bu durumdan esinlenerek sevgili için döktüğü yaşlardan
gözlerinin kıpkırmızı olmasını güzel bir sebebe bağlıyor.
Bu beyitte şair
gözünden kanlı yaşlar akmasını doğal bir olaya yani gül mevsiminde suların bulanık
akmasına bağlıyor hüsn-i talil sanatı; gül yanak sözünde teşbih-i beliğ (sadece
benzeyen ve benzetilenin olduğu benzetme); “bulanmaz mı” sözünde tecahül-i arif
ve istifham; kanlı yaşlar kelimesinde mübalağa sanatı var.
Değildim ben sana mâil sen etdin
aklımı zâil
Ben
sana meyilli (düşkün) değildim, sen aklımı başımdan aldın.
Şair, âşık olmasına sevgilinin
güzelliği, hal ve tavırlarının neden olduğunu söylüyor. Sevgilinin tavırları
şairin aklını başından almış, kavuşamamanın verdiği acı perişan duruma
düşürmüştür. Bazı kişiler şairin bu durumunu ayıplamaktadır. Şair, bu kişilerin
sevgiliyi görünce güzelliği karşısında dillerinin tutulacağını ve
söylediklerine pişman olacaklarını düşünüyor.
Bu beyitte “gafil, ta’n
eyleyen, görgeç, utanmak” kelimeleri arasında tenasüp; “utanmaz mı” sözünde
tecahül-i arif ve istifham sanatları vardır.
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka
rüsvâdır
Fuzuli
çılgın bir rinddir (âşıktır), her zaman halka rezil olmuştur.
Şair, aşkından dolayı
bu dünyayla ilişkisini kesmiş, sadece sevgiliyi düşünür olmuştur. Bu nedenle
kendini rindlere benzetmektedir. Rintler dünya malına, makama, kılık kıyafete
önem vermeyen gönül erleridir. Şair, bu durumda halkın diline düştüğünü ve rezil
olduğunu düşünüyor ancak bu sevdadan da vazgeçmiyor.
Fuzuli bu beyitte
kendini rinde benzetiyor teşbih sanatı; “bu sevdadan usanmaz mı” sözünde
tecahül-i arif ve istifham sanatları vardır.
Şiirin teması: aşk acısıdır. Şairin aşkı, ne Allah aşkı ne de maddi aşktır; sevgiliye duyulan ilahi aşk yani “platonik aşk”tır.
Dil ve Anlatım
Fuzuli bu şiirini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Dili, dönemindeki divan şairlerine göre daha sade ve anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır. Söz sanatlarını ustalıkla kullanmış duygu ve düşüncelerini içten ve lirik bir anlatımla dile getirmiştir.
Şair Hakkında – Fuzuli
Kesin olmamakla
birlikte 1483-1490 yılları arasında Hille’de doğduğu sanılmaktadır. Asıl adının
Mehmet, babasının ise Süleyman olduğu gerek Farsça “Divan”ında gerekse “Hadikatü’s
Süeda” adlı eserinde doğrulanmaktadır. Yine aynı eserde şair, ana dilinin
Türkçe olduğunu belirtir. Çocukluğu ve gençliği nerede geçmiştir, kimlerden
ders almıştır bilinmiyor. Ancak yapıtlarındaki felsefe, din ve tıpla ilgili
bilgilerden iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır.
Şah İsmail’in 1508’de
Bağdat’ı fethetmesinden sonra Bağdat’ta bulunduğu, “Beng ü Bade” isimli eserinden anlaşılıyor. Ayrıca bir kasidesinden
Bağdat’ta Safevi Valisi İbrahim Han tarafından korunduğu, İbrahim Han ölünce
(1527) Hille’ye çekilmiş anlaşılmaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman
Bağdat’ı fethedince bir kasidesini padişaha sunmuş, ayrıca ileri gelen devlet
adamları için başka kasideler de yazmıştır. Kendisine dokuz akçelik bir gelir
bağlanmış ancak Fuzuli bu parayı alamamış ve bu durumunu anlatan ünlü “Şikâyetname”yi yazmıştır.
Bütün yaşamı Hille,
Kerbela ve Bağdat çevresinde geçmiştir. Geçim sıkıntısı çektiği ve yaşantısının
zorluklar içinde geçtiği kendisinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır.
Hayali ve Taşlıcalı
Yahya ile tanışmış onlarla dost olmuştur. Üç şair de birbirine nazireler
yazmıştır.
Hangi tarihte öldüğü kesin bilinmemekle birlikte Irak’ta bir veba salgınında 1556 (hicri 963) yılında öldüğü sanılmaktadır. Günümüzde Kerbelâ’da bir türbesi bulunmaktadır.
Fuzuli, Türk
edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden biridir. Şair, duygu ve
düşüncelerini çok içten ve lirik bir ifadeyle dile getirmiş, kendisinden sonra
gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir.
Fuzuli, şiiri sadece
kalbe ait bir macera olarak kabul eder ve ıstırabı bir şair için yaşanacak tek
iklim olarak görür. Onda her şey kendiliğinden benliğinin etrafında toplanır ve
oradan hareketle şairin iç dünyasını yakalar. Lirizmini besleyen acı ona zevk
verir. Onun şiiri tasavvufla beslenir. Sıkıntı, acı, ayrılık, yoksulluk,
gözyaşı ve dünya nimetlerinden sıyrılma düşüncesine yalnızlık duygusu da
eklenir.
Fuzuli, diğer büyük
şairler gibi İstanbul’da sarayda değil toplumsal kargaşanın sürüp gittiği, ekonomik
bir çöküntünün egemen olduğu Irak’ta, Hüseyin’in anısının sürdüğü topraklarda
yaşamıştır. Mersiyelerindeki acı ve yakınmanın, kasidelerinde övgünün
tasavvufla beslenmesinin nedeni budur.
Öğrenimi hakkında kesin
bir bilgi olmayıp eserlerinden İslami ilimler ve dil alanında çok iyi bir
eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Bazı şiirlerinden astronomi bilgisinin de iyi olduğu
anlaşılmaktadır. Türkçe Divan’ının önsözünde “bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir” demektedir.
Fuzuli’nin Türkçe,
Farsça ve Arapça “Divan”larından bu
dilleri iyi bildiği anlaşılmaktadır. Türkçe “Divan”ındaki şiirlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Eserlerinde
kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade ve daha anlaşılır
bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yaralanmıştır.
Tasavvufi aşk,
ehlibeyte duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin başlıca konularıdır.
Eserleri