Nef’i Kaside İncelemesi
Der-Ta’rif-i Şehr-i Edrine bâ-Medh-i Sultân Ahmed Hân
Edrine şehri mi bu yâ Gülşen-i
Me’vâ mıdır?
Beyt-i Ma’mûr-ı felek mi ol fezâda
ol sarây
Cûylar mı devr iden tarf-ı
çemen-zârın yahûd
Sebz ü hurrem bir fezâ mı her
kenâr-ı cûy-bâr
Hıfz içün yahûd vücûd-ı pâdişâhı
cûylar
Cenneti görmüş bir âdem var ise
gelsün disün
Güllerinde var mı böyle reng ü
bûy-ı dil-firîb
Bir dıraht-ı ser-firâzı var mı
bâğ-ı cennetin
Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i
ser-nigûn
Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân
görse ger
Sun’ı Hak yâ Gülşen-i cennetden
ifrâz eylemiş
Dâ’imâ böyle müferrih mi bu cây-ı
dil-küşâ
Yohsa şimdi eyleyen âb u hevâsın
terbiyet
Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i
dergehi
Şâh-ı dîn-perver ki teşrif-i
kudûmiyle zemîn
Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim
fürûğında felek
Çarh ana ta’zîm idüp İskender-i
Sânî dimek
Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı
şâ’irde yâ
Mülk-i pür-adlinde hod itmez
tekayyüd kârbân
Âsumân mı âfitâb ile şitâb itmekde
yâ
Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim
tefâvüt eylemez
Berk-i mahz iken direng itse
bilinmez peykeri
Husrevâ bu fende ger gırrâlanursam gör sözüm
Bunca demdir da’vî-i sâhib-kırânîi
eylerin
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa
bilmez rûzigâr
Nûr-ı mevvâc-meânî mi sözümde berk
uran
Ma’nî-i rengîn mi lafz-ı âb-dârımda
yahûd
Bikr-i ma’nî mi dilimde pertev-i
ilhâm ile
Fikr-i pür- mazmûn mıdır âyine-i
tab’ımda yâ
Söz dükendi nice bir da’vâ-yı şi’r
ü şâ’irî
Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem
bildüre
Ol kadar kadri bülend olsun ki
gerdûn bilmeye
Günümüz Türkçesiyle
1.
Edrine şehri mi bu yâ Gülşen-i Me’vâ
mıdır?
Burası Edirne şehri mi
yoksa cennetin (Meva) gül bahçesi midir? Orada (bulunan) padişahın köşkü, cennetin
en üst katı mıdır?
2.
Beyt-i Ma’mûr-ı felek mi ol fezâda ol
sarây
O saray gökyüzünde
Beyt-i Ma’mur (Kâbe’nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan köşk) mu? Yoksa
zemini cennet olmuş yüce Kâbe midir?
3.
Cûylar mı devr iden tarf-ı çemen-zârın
yahûd
Çimenliğin etrafında
dönüp duran ırmaklar mıdır? Yoksa mavi pervaz ile kesilmiş yeşil dalgalı hârâ
(bir tür kumaş) mıdır?
4.
Sebz ü hurrem bir fezâ mı her kenâr-ı
cûy-bâr
Her ırmak kıyısı yeşil
ve sulak bir gökyüzü müdür? Yoksa ırmağın ortasında aksi görünen yeşil gök
kubbe midir?
5.
Hıfz içün yahûd vücûd-ı pâdişâhı cûylar
Yahut bu ırmaklar
padişahın vücudunu korumak için devlet hazinesine bekçi olmuş ejderha mıdır?
6.
Cenneti görmüş bir âdem var ise gelsün
disün
Cenneti görmüş bir adam
varsa gelsin söylesin; onun da (cennetin) çiçek dikilen yerleri, bahçe düzeni
böyle gönül çekici ve hoş mudur?
7.
Güllerinde var mı böyle reng ü bûy-ı
dil-firîb
Cennetin güllerinde
böyle gönül aldatıcı (cazibeli) renk ve koku var mıdır? Ya da onun sabah rüzgârı
böyle bahçe süsleyici midir?
8.
Bir dıraht-ı ser-firâzı var mı bâğ-ı
cennetin
Cennet bahçesinin bir
boylu boslu ağacı var mıdır? Yoksa sadece vaizin övdüğü Tuba (cennet ağacı) mı
vardır?
9.
Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i
ser-nigûn
Burada başı aşağı
eğilen salkım söğüt, Tuba’dan geri kalır mı? Ya da cennetteki Tuba yaprağının
tozu böyle mis kokulu mudur?
10. Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân görse
ger
Bu ne güzel zevk ve
sefa arttıran bir yerdir ki eğer Rıdvan (cennetin kapıcısı) görse hayretinden “Bu
cennet midir, dünya mıdır?” derdi.
11.
Sun’ı Hak yâ Gülşen-i cennetden ifrâz
eylemiş
(Burası) İlahi
kudretin, cennet bahçesinden ayırıp çıkardığı zevk ve sefa verici, üzüntü
giderici başka bir yer midir?
12.
Dâ’imâ böyle müferrih mi bu cây-ı
dil-küşâ
Bu gönül alıcı yer
daima böyle ferahlık verici midir? Onun suyu ve havası her zaman böyle cana can
katıcı mıdır?
13.
Yohsa şimdi eyleyen âb u hevâsın terbiyet
Yoksa şimdi suyunu ve
havasını besleyip geliştiren, cihanı süsleyen padişahın devletinin güneşi
midir?
14.Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i dergehi
Yani adaletli padişah
Sultan Ahmet ki onun dergâhının döşemesi arştan (göğün en üst katı) yüce
değilse, çarhtan (gökyüzü) da aşağı mıdır?
15.
Şâh-ı dîn-perver ki teşrif-i kudûmiyle
zemîn
Din gözeten padişah ki
(Edirne’ye) gelip şereflendirmesiyle yer, arşa nazlansa bu nazlanması, nazlanma
mı olur?
16.
Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim fürûğında
felek
Devlet mülkünü süsleyen
ay ki parlaklığından felek (gökyüzü), güneşin gizli mi belli mi olduğunun
farkında olmaz.
17.
Çarh ana ta’zîm idüp İskender-i Sânî
dimek
Gökyüzü, ona saygı
gösterip ikinci İskender demek, onun şanına oranla ayrıcalıklı bir övgü mü
olur?
(…)
18.
Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı
şâ’irde yâ
Şairin yazısının satırı
huyunun kokusunun özelliği mi ya da söz denizinin dalgasında hilesiz anber
(güzel koku) midir?
19.
Mülk-i pür-adlinde hod itmez tekayyüd
kârbân
Adaletin saf ülkesinde
kendini kandırmaz çalışan kervan, kale bekçisi midir yoksa pervasız hırsız
mıdır?
20.
Âsumân mı âfitâb ile şitâb itmekde yâ
Gökyüzü mü güneşle
yarışmakta yoksa çabuk ayaklı bir atın ayağının altı mıdır?
21.
Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim tefâvüt
eylemez
O, cihanı çabucak gezen
ki birbirinden yararlanmaz, ayağının altındaki zemin deniz midir, sahra (çöl,
ova, kır) mıdır?
22.
Berk-i mahz iken direng itse bilinmez
peykeri
Saf bir yıldırımken
gecikse bilinmez yüzü, gösterişli çabuk ayaklı bir at mıdır, yoksa yerinde
duran bir dağ mıdır?
23.
Husrevâ
bu fende ger gırrâlanursam gör sözüm
Ey padişah, bu şiir
sanatında aldanırsam, kibirlenirsem, sözüme bak şiirlerim anlamsız sözler midir
ya da bir kuru dava mıdır?
24.
Bunca demdir da’vî-i sâhib-kırânîi
eylerin
Bunca zamandır
sahipkıranlık (şiirde en güçlü olmak) davası gütmekteyim, ileri atılacak bir
yiğit yok mu? Söz meydanı boş mudur?
25.
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez
rûzigâr
Şiir incim feleğe küpe
olsa, yine zaman Nef’i’nin şiiri mi ya da Şira yıldızı mı olduğunu bilmez.
26. Nûr-ı mevvâc-meânî mi sözümde berk uran
Sözümde parıldayan,
anlamlar dalgalanışının nuru mu ya da şiirimin giysisi, ateş renkli dalgalı
kumaştan mıdır?
27.
Ma’nî-i rengîn mi lafz-ı âb-dârımda yahûd
Nükteli zarif sözlerim
renkli anlamlar mıdır yahut sırça kadehe konmuş lale renkli şarap mıdır?
28.
Bikr-i ma’nî mi dilimde pertev-i ilhâm
ile
Dilimde, gönlümdeki
ilham ışığı ile anlam yeniliği midir yoksa gökte güneş ve parlak Zühre (Venüs)
yıldızı mıdır?
29. Fikr-i pür- mazmûn mıdır âyine-i tab’ımda
yâ
Şiirlerimin aynasındaki
mazmun dolu sanatlı fikir midir, ya da yüce âlemin işyerinin türlü
süslemelerinin bir yansıması mıdır?
30.
Söz dükendi nice bir da’vâ-yı şi’r ü
şâ’irî
Söz tükendi. Şiir ve
şairlik iddiası ne zamana kadar sürecek? Söz davasını bir tarafa bırakalım, şimdi
dua etme zamanıdır.
31.
Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem
bildüre
Felek herkesin
derecesini hem anlayıp hem bildirecektir. Herkesin değerini aşağı mıdır yüksek
midir?
32. Ol kadar kadri bülend olsun ki gerdûn
bilmeye
O kadar yüksek değerde
olsun ki dünya bilmesin, onun yeri “arş-ı
âlâ” (Allah’ın yüceliğinin ve sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer)
mıdır, yoksa “kurb-ı ev edna” (Allah’a en
yakın yer) mıdır?
Şiirin
Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım
biçimi: kasidedir.
Nazım
birimi: beyittir.
Ölçüsü:
aruz ölçüsüdür.
Kalıbı:
“fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün”dür.
Uyak
şeması: “aa / ba / ca / da / ea / fa …” biçimindedir.
Ahenk
Unsurları
---Me’vâ mıdır
Not:
Tüm
beyitlerde “mıdır” soru anlamı taşımasına rağmen 30. Beyitte soru anlamı
taşımamaktadır. Şair anlamı bozmamak için böyle bir yola başvurmuştur.)
Şiirdeki
Diğer Ahenk Unsurları
Şiirde “m, n” ünsüzleri
sık kullanılarak aliterasyon yapılmıştır.
Şiir boyunca “mıdır?”
soru eki her beyitin sonunda tekrar edilerek hem ahenk güçlendirilmiş, hem de
şiire anlam bütünlüğü kazandırılmıştır.
Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi
Açıklama
– Yorum
Devrin padişahı Sultan
Ahmet Han için yazılan bu kasidenin 1-13 arası beyitleri “nesip” bölümünü, 14. Beyit “girizgâh”
(geçiş beyiti), 15-17 arası beyitler “mehdiye”
bölümünü, 18-29 arası beyitler “fahriye”
bölümünü, 30-32 arası beyitler “dua”
bölümünü oluşturur.
Kaside, nesip bölümünde
Edirne şehrinin övgüsüyle ve güzellikleriyle başlar. Sonra girizgâh beyitiyle
padişahın övgüsüne geçilir. Mehdiye bölümünde devrin padişahı Sultan Ahmed
övülür. Şair, fahriye bölümünde kendini över. Kaside dua bölümüyle sona erer.
Şiirin teması: Sultan Ahmed’e övgüdür.
Dil
ve Anlatım
Nef’î’nin sağlam bir
tekniği, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi vardır. Aşırı süslü, abartılı
söyleyişlerini yeni çağrışımlarla birleştirerek kendine özgü bir tarz
geliştirmiştir.
Şair, gerek Edirne
şehrini, gerek dönemin padişahı I. Ahmed’i, gerekse kendini överken abartılı
bir dil kullanmıştır.
Şiirde bazı kelimelerin
tekrar edildiği görülmektedir (cennet, Tuba, arş, edna, felek… ) Bu sayede hem
okuyucunun dikkati çekilmekte hem de şiirin ahengi güçlendirilmektedir.
Şiirdeki
Söz Sanatları
Kasidede baştan sona
abartılı ve karşılaştırmalı bir anlatım görülür. Bu nedenle “mübalağa” ve
“tezat” sanatlarına sıkça başvurulur. Bazı örnekler:
Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i
dergehi
Yani adaletli padişah
Sultan Ahmet ki onun dergâhının döşemesi arştan (göğün en üst katı) yüce
değilse, çarhtan (gökyüzü) aşağı mıdır? Bu beyitte “mübalağa” ve “tezat” (arş-çarh
kelimelerinde) sanatları vardır.
Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim
fürûğında felek
Devlet mülkünü süsleyen
ay ki parlaklığından felek (gökyüzü), güneşin gizli mi belli mi olduğunun
farkında olmaz. Bu beyitte “mübalağa”
ve “tezat” (pinhan-peyda kelimelerinde) sanatları vardır.
Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim
tefâvüt eylemez
O, cihanı çabucak gezen
ki birbirinden yararlanmaz, ayağının altındaki zemin deniz midir, sahra mıdır?
Bu beyitte “mübalağa” ve “tezat” (derya-sahra kelimelerinde) sanatları vardır.
Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem
bildüre
Felek herkesin
derecesini hem anlayıp hem bildirecektir. Herkesin değeri aşağı mı yüksek mi? Bu
beyitte “tezat” (edna-a’lâ kelimelerinde ) sanatı vardır.
Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân
görse ger
Bu ne güzel zevk ve
sefa arttıran bir yerdir ki eğer Rıdvan (cennetin kapıcısı) görse hayretinden
“Bu cennet midir, dünya mıdır?” derdi. Bu
beyitte “telmih” (Rıdvan kelimesinde) ve “mübalağa” sanatları vardır.
Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i
ser-nigûn
Burada başı aşağı
eğilen salkım söğüt, Tuba’dan geri kalır mı? Ya da cennetteki Tuba yaprağının
tozu böyle mis kokulu mudur? Bu beyitte “mübalağa”
ve “telmih” (Tuba ağacı kelimesinde) sanatları vardır.
Güllerinde var mı böyle reng ü
bûy-ı dil-firîb
Cennetin güllerinde
böyle gönül aldatıcı (cazibeli) renk ve koku var mıdır? Ya da onun sabah rüzgârı
böyle bahçe süsleyici midir? Bu beyitte “tecahül-i
arif” ve “mübalağa” sanatları
vardır.
Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı
şâ’irde yâ
Şairin yazısının satırı
huyunun kokusunu tanımlama mı ya da söz denizinin dalgasında hilesiz anber
midir? Bu beyitte “tenasüp” (satr-ı hat, şair, derya-yı sühan, anber-i
sara arasında) sanatı var.
Mülk-i pür-adlinde hod itmez
tekayyüd kârbân
Adaletin saf ülkesinde
kendini kandırmaz kervan, kale bekçisi midir yoksa pervasız hırsız mıdır? Bu
beyitte “tezat” (haris-düzd kelimelerinde) sanatı var.
Şair
Hakkında - Nef’î
Nef’î, 1570 yılında
Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Asıl adı Ömer olan şairin babası Sipahi
Mehmet Bey’dir. Öğrenimine Hasankale’de başladı. Sonra Erzurum’a gelerek iyi
bir öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. Genç yaşlarda şiir yazmaya başladı.
1585 yılında kullandığı
ilk mahlası “Darrî” (zararlı) Erzurum defterdarı Gelibolulu Müverrih Ali
tarafından “Nef’î” (yararlı) olarak değiştirildi.
Nef’i, I. Ahmet tahta
çıkınca İstanbul’a gitti. Devlet hizmetine girerek bir süre farklı memurluklarda
çalıştı. Sarayla yakın ilişkiler kurdu. I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman ve IV.
Murad olmak üzere dört padişah döneminde yaşadı. Bütün hayatını devlet memuru
olarak geçirdi.
Divan edebiyatında
hicvin en büyük şairidir. Başarılı gazeller de yazan Nef’î, asıl ününü hiciv ve
kaside alanında sağladı. Sağlam bir tekniği, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi
vardır. Aşırı süslü, abartılı söyleyişlerini yeni çağrışımlarla birleştirerek
kendine özgü bir tarz geliştirdi. Başta padişahlar olmak üzere sadrazamlara,
şeyhülislamlara ve devlet büyüklerine kasideler yazdı.
Farsça Divan ve Türkçe
Divan’ının yanında Sihâm-ı Kaza (kaza okları) adlı bir de hiciv kitabı vardır.
Bu kitabında Nef’î, bazıları ağır küfürlerden kurulu, bazıları hoş ve zarif
nükteler içeren hicviyelerini topladı.
Padişah IV. Murad
tarafından uzunca süre korunan Nef’î, padişahın bütün uyarılarına rağmen hiciv
yazmaya devam etti. Vezir Bayram Paşa’ya yazdığı bir hiciv nedeniyle kementle
boğularak öldürüldü.
Eserleri: Farsça Divan,
Türkçe Divan, Sihâm-ı Kaza’dır.