Demiryolu Hikâyecileri Öykü İncelemesi
Hikâye, küçük bir
kasabada, bir demiryolu istasyonunda yazdıkları hikâyeleri yolculara satarak
geçinen üç hikâyecinin zaman içersinde birbirlerinden, kendilerinden,
okurlarından ve hayattan ayrılmalarını konu ediyor.
Hikâye “Ülkenin büyük şehirlere uzak bir dağ başı
kasabasında, bir demiryolu istasyonunda çalışan üç hikâyeciydik.” diye
başlar. Üç hikâyeci; anlatıcı, genç
yahudi ve genç kadın sabahları
uyur, akşama doğru uyanıp hikâyelerini yazmaya başlar, gece yarılarına kadar
yazar, sonra uyuyakalırlardı. Satış yapabilmek için güncel konularda yazmaya
gayret ediyorlardı. Üç hikâyeci de yazdıkları hikâyeleri trendeki yolculara
satarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Satış yapan diğer esnaflardan
farkları ticaret için değil, sanat için yazmalarıydı. Ancak hikâyeciler,
istasyon şefinin ve yolcuların gözünde esnaftan farksızdı.
Üç hikâyeci, tren
istasyonunda birer kulübede kalıyordu. Onlar da istasyon memurları gibi oraya
yerleşmişlerdi. Yazdıklarını istasyon şefinin daktilosunda yazıyor, kopyalıyor,
bir nüshasını da istasyon şefine bırakıyorlardı. Geçimlerini ekspres trendeki
yolculara hikâye satarak sürdürüyor, kompartıman memurlarına da bu hikâyelerden
bazılarını rüşvet olarak veriyorlardı. Ekspres tren gece yarısı geldiği için
satışlarını genellikle o saatlerde yapıyorlardı. Ancak gece boyunca yazıp
yorgun düştükleri için çoğu kez ekspres trene yetişemiyorlardı.
Hikâyecilerden genç
kadın, bir gün hikâye satmak için yataklı vagona girmek istediği sırada, bir
vagon memuru tarafından itilip düşürülür. Anlatıcı, genç kadına yardım ederken ondan
etkilenir. Genç kadın da ondan etkilenir. Okuyucular artık hikâyeleri
beğenmemeye başlamıştır. Bir de istasyona artık ekspres trenin gelmeyeceği, sadece
posta treninin uğrayacağı söylentileri yayılmıştır. Tüm bu gelişmeler sonucunda
anlatıcı ve genç kadın gece soğuğundan titreyerek birbirlerine sarılırlar.
Genç yahudi iyice
hastalanmış, genç kadın yaşadıklarından usanmış, ikisi de hikâye yazamaz duruma
gelmiştir. Anlatıcı ikisine de hikâye yazmalarında yardımcı olmaya çalışır, ancak
kendisi kötü hikâyeler yazmaya başlamıştır. Konu bulmakta zorlanan anlatıcı aşk
hikâyeleri yazmaya başlar. Üstelik hikâyelerine istasyon şefi de karışmaktadır.
Düşünceleri bulanmaya
başlayan anlatıcı, artık eskisi gibi güncel olaylar bulamamakta, insanlarla
yaşadıkları maceraları birbirine bağlamakta zorlanmaktadır. Zaten artık eskisi
gibi güncel konulardan haberdar da olamamaktadır. Savaş yıllarıdır, ancak anlatıcı
savaşın nerede ve ne durumda olduğundan haberdar değildir. Bir müddet sonra
anlatıcı, şehir isimlerinde yanlışlıklar yapmaya ve hatta yöneticilerin adlarını
bile karıştırmaya başlar.
Genç yahudi
konuşamayacak kadar hastadır. Genç kadın da iyice sessizleşmiştir. İnsanlarla iletişimi
kesmek, çok fazla hikâye yazmaya çalışmak, güncel konulardan uzaklaşmak ve
sessizlik onun yazma yeteneğinin körelmesine neden olmuştur.
Anlatıcı, genç
yahudinin ölümüyle kendi dünyasında iyice sıkışıp kalmıştır. Gazeteler
pahalanmış, posta trenleriyle taşınmaz olmuş, ekspres tren istasyona haftada
bir kez uğramaya başlamıştır. Anlatıcı artık kısa, benzer ve çok hikâye yazmayı
bırakmış, daha az ve daha uzun hikâyeler yazmaya başlamıştır. Üstelik geçimini
sağlayabilmek için hikâyelerin fiyatını da arttırmıştır.
Anlatıcı, yolcularla
girdiği tartışmalardan sonra sinirlendiğinde ve söylenenlere içerlediğinde daha
iyi hikâyeler yazabildiğini fark eder. Genç kadının da gitmesiyle birlikte
anlatıcı, iyice yalnız kalır. Diğer satıcılar da birer birer istasyonu terk
eder. Artık istasyona trenler de uğramamaya başlamıştır. Üstelik İstasyon şefi
de ortalıkta görünmemektedir.
Anlatıcı hikâyeci, hiç
okuyucusu kalmayınca okurlara bir mektup yazmaya karar verir. Ancak mektubu kime
ve nereye göndereceğini bilmemektedir. Yine de mektubunu yazan hikâyeci,
mektubunda istasyonda yaşadıklarının hikâyesini anlatır. Hikâye “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen
neredesin acaba?” sözleriyle sona erer.
Anlatıcının hikâyeyi
böyle sonlandırmasının nedeni “yazar- okuyucu” ilişkisine değinmek içindir. Her
yazar yazdıklarının okunmasını ister. Yazar, bu hikâyesinde, sanata ve
sanatçıya değer verilmediğini belirttikten sonra yazılarını okuyacak ve
anlayacak bir kitlenin yaşadığı zamanda ve yaşadığı mekânda olmasa bile başka
bir yerde ve başka bir zamanda olacağını düşünmektedir. Zaten sanatçıların en
büyük sıkıntısı da budur; yaşadığı zamanda ve yaşadığı toplumda okunmamak ve anlaşılamamak…
Hikâyede vurgulanan bir başka sorun da sanat yoluyla geçinmenin zorluğudur.
Hikâyedeki olay ve
durumların hangi tarihte geçtiği belli değildir. Bununla birlikte bazı ipuçları
verilmiştir. Hikâye savaş yıllarında geçmektedir. Ancak bu savaşın hangi
yıllarda, hangi ülkeler arasında geçtiği belirtilmemektedir. Hikâyenin anlatma
zamanıyla olayların olduğu zaman uyuşmaz. Anlatıcı olayları bitiminde anlatmaya
başlar. Olaylar, geçmiş zamandan geleceğe doğru ilerler ve şimdiki zamanda sona
erer. Hikâyenin geçtiği zamanla yazarın kurguladığı zaman arasında hayli fark
vardır. Hikâyedeki zaman ifadeleri; “sabah, akşam, akşamüzeri, gece, sonbahar”
şeklindedir.
Hikâyede geniş mekânın
ismi verilmemiş, bunun yerine belirsiz bir tanım getirilmiştir. Burası ülkenin
büyük şehirlere uzak bir dağ başı kasabasıdır. Hikâyedeki diğer işlevsel mekânlar;
demiryolu istasyonu, hikâyecilerin kaldığı kulübeler ve tren yolcularının
bulunduğu kompartımanlardır.
Hikâyenin temelinde üç hikâyeci
vardır. Bunlar anlatıcı, genç yahudi ve genç kadındır. Ancak hikâyede onlar
kadar etkili bir de istasyon şefi vardır. Diğer kişiler; istasyonda geçimini
sağlamaya çalışan esnaflar, tren yolcuları ve tren memurlarıdır.
Anlatıcı hikâyeci,
yazdıklarını satarak geçinmeye çalışan, geçim sıkıntısı içinde, hayatından
memnun olmayan, sanatını çeşitli nedenlerden dolayı tam olarak yansıtamadığına
inanan biridir. Anlatıcı istasyon şefinin kendilerini aşağılamasına,
önemsememesine, alay etmesine fena biçimde içerler ve hiddetlenir, çeşitli
tepkilerde bulunur. Bu açıdan bakıldığında istasyon şefinin, anlatıcı hikâyeci
üzerinde önemli bir etkisi olduğu söylenebilir.
Anlatıcı hikâyeci,
yazar arkadaşlarına karşı sevgi, şefkat ve dayanışma duyguları içersindedir.
Genç yahudi hastalandığında onun hikâyelerini yazar, aşağılandığı, ezildiği
durumlarda genç kadına destek olur. Kendini bir hikâye satıcısından çok bir
sanatçı olarak görür, ancak şartlar onu satıcı durumuna düşürmüştür. Hikâyelerini
güncel konularda yazmaya gayret eder. Güncel haberleri gazetelerden ve tren
yolcularından öğrenir. Zamanla zihni bulanmaya, hikâye yazamamaya, insanlarla
iletişim kuramamaya başlar ve sanatçı yapısı körelir. Sonunda yalnızlığa ve
umutsuzluğa düşer. Hikâyelerini okuyacak okuyucu dahi bulamamaktadır. Hikâyede anlatıcının fiziksel özellikleriyle
ilgili herhangi bir bilgi yoktur.
Hikâyedeki bir başka
kişi genç yahudidir. Yazar tarafından herhangi bir isim verilmemiştir. Yaşam
biçimi diğer hikâyeciler gibidir. Öğleden sonra uyuyup akşamüzeri kalkar, hikâyelerini
yazmaya başlar. Genelde gece yazar, istasyondaki seslerden pek uyuyamaz. Zayıf,
hastalıklı ve sessizdir. Kendisine yapılanlara itiraz etmez, hayatı olduğu gibi
kabul eder.
Genç kadın da diğer hikâyeciler
gibi hikâye satarak geçinmeye çalışır. Genç kadın, yaşanan sıkıntılar
karşısında umutsuzluk içindedir. İstasyon şefi, vagon görevlileri ve yolcular
tarafından aşağılanır, itilip kakılır. Yaslanabileceği tek kişi anlatıcı hikâyecidir.
Aralarında yakınlaşma ve aşk yaşanır. Genç kadın, yaşadığı sıkıntılara,
ilgisizliğe ve saygısızlığa daha fazla dayanamayarak bir gün kimseye haber vermeden
istasyonu terk eder.
İstasyon şefinin hikâyeciler
üzerinde önemli bir etkisi vardır. Onların kişilik özelliklerinin ortaya
çıkmasına neden olur. İstasyondaki pek çok işi tek başına yapar. Hikâyeciler
onunla aralarını hoş tutmaya çalışır, ona hikâyelerinin bir kopyasını verirler.
O da hikâyeleri dosyalarda biriktirir. Bazen yazdıklarına karışır, bazen de
onları küçümser.
İstasyondaki esnaflar;
ayrancı, elmacı, sucuk ekmekçi, kundura tamircisi ve bakkaldır. Tren yolcuları,
hikâye alıcısı olarak tanıtılır. Bunlardan bazıları hikâyeleri önemsemez,
bazılarıysa eleştirir, sanata ve sanatçıya saygıları yoktur. Zamanla onlar da
istasyona gelmez olur. Vagon memurlarının ise en önemli özelliği rüşvet
almaları ve satıcılara karşı katı tutumlarıdır. Hikâyede yer alan hiç kimsenin
adı yoktur.
Hikâyeyi, olay ve
durumları yaşayan üç hikâyeciden biri olan “hikâyeci” anlatır. Hikâye “biz” ile
başlar ancak sonlara doğru “ben” olarak devam eder. Çünkü genç yahudi ölmüş,
genç kadın istasyonu terk etmiştir.
Yazar, okuyucuyu gerçek
dünyada alıştığımız insanlardan, olaylardan, zaman ve mekândan farklı, kendi
kurguladığı düş ile gerçek arasındaki bir alana çekmek ister. Hikâyede geçen
her şey; istasyon, trenler, kişiler, zaman ve mekân hepsi simgeseldir. Yazar,
kelimeleri farklı anlamlarda kullanarak vermek istediği mesaja canlılık ve derinlik
kazandırır. Bilincin direncini kırarak bilinçaltına işlemeye çalışır.
Postmodern anlayışla yazılan “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” hikâyesinde sanatın ve sanatçının toplumdaki var olma sorunu işlenmiş, bunun yanında yabancılaşma, yalnızlık, umutsuzluk, ölüm, kimlik bunalımı gibi sorunlar da bu konunun etrafında şekillenmiştir.