Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı
muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey
mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi
eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün
elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki
nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine,
korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i
müzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı
mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim.. Evet, ey
sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâ’şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi,
mezârı
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i
nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-ı
sefâhet;
Ey Marmara’nın mâi der-âgûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i
zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı
müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i
bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri
hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere
süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis
görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi
mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine
bî-his.
Te’sîs olunurken daha, bir dest-i
hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i
lânet!
Hep levs-i riyâ dalgalanır
zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın
içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased,
levs-i teneffu’;
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i
tereffu’;
Milyonla barındırdığın ecsâd
arasından
Kaç
nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet,
ey şehr;
Örtün
ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar,
alaylar;
Katil kuleler, kal’alı zindanlı
saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu
ma’bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i
mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i
sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i
münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı
minârât;
Ey sakfı çökük medreseler,
mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında
birer yer
Te’min edilmiş nice bin sâil-i
sâbir:
“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı
mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri
pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan
ecdâd;
Ey ma’reke-î tîn ü gubâr eski
sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak’a
sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı
eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i
ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde
mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir
çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle
somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne…
Unutmuş;
Ey mi’delerin zehr-i tekaazâsı
önünde
Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı
kadîde;
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve
mün’im
Bir fıtrata makrûn iken, aç, âtıl û
âkım;
Her ni’meti, her fazlı, hep esbâb-ı
rehâyı
Gökten dilenen zûll-i tevekkûl ki…
Mürâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk
ile mümtaz
İnsanda şu nankörlüğe tel’in eden
âvâz;
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i
zehrin,
Ey nâtıka-î acz ü elem, nazra-ı
nefrîn;
Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra:
nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i
pâ-bûs;
Ey havf-ı müsellâh, ki haşaratına
râci,
Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i
tâli’;
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyete
makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i
kaanûn;
Ey va’d-i mahâl, ey ebedî kizb-i
muhakkak,
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen
hak;
Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı
tahassüs
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı
tecessüs;
Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş
ağızlar;
Ey gayret-i milliye ki mebgûz ü
muhakkar
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i
siyâsî;
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i
mensî;
Ey bâr-ı hazerde iki kat gezmeğe
me’lûf
Eşraf ü tevabi’ koca bir unsur-i
ma’rûf;
Ey re’s-i fürû-bürde, ki akpak,
fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu ta’kîbe koşan
genç;
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i
muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… Hele
sizler,
hele sizler…
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet,
ey şehr;
Örtün,
ve müebbet uyu, ey fâcire-î dehr!..
Tevfik
Fikret
18
Şubat 1317 / 3 Mart 1902 ( Tanin, sayı 1, 1324 / 1908)
Günümüz Türkçesiyle
Ufuklarını yine bir inatçı duman
sarmış,
Bir beyaz karanlık ki gittikçe
çoğalan
Basıncının altında cisimler
silinmiş gibidir,
Bütün levhalar tozlu bir
bulanıklıktan ibarettir;
Bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki
bakışlar
Dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Lakin bu derin, karanlık örtü sana
layık,
Bu örtünme sana layık! Ey zulümler
sahnesi!
Ey zulümler sahnesi… Evet, ey
parlak sahne,
Ey facia (acıklı olay) süsleyicisi
gösterişli sahne!
Ey gösterişin, gürültünün beşiği,
mezarı;
Doğu’nun ezeli (başlangıcı belli
olmayan) çekici kraliçesi;
Ey kanlı sevgileri nefretle
titremeden
Besleyen sefahate (zevk ve eğlence
düşkünlüğü) susamış göğüs;
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı
içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı
yığın;
Ey köhne Bizans, ey büyüleyici koca
bunak,
Ey bin kocadan artakalan bakir dul;
Güzelliğinde henüz tazeliğin sihri
ortada;
Hâlâ seyreden gözler üstüne titrer.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere
süzgün,
Mavi gözlerinle ne sevimli
görünürsün.
Sevimli, fakat en kirli kadınlar
gibi sevimli:
Üstünde coşan ağlamaların hepsine
karşı duygusuz
Daha kurulurken bir ihanet eli
Temeline lanetin zehirli suyunu
katmış gibi!
Zerrelerinde hep ikiyüzlülük kiri
dalgalanır,
İçlerinde bir saflık (temizlik)
zerresi bulamazsın.
Hep ikiyüzlülük kiri, kıskançlık
kiri, çıkarcılık kiri:
Yalnız bu… ve yükselme umudu yalnız
bunun.
Milyonla barındırdığın cesetler
arasında
Temiz
ve parlak çıkacak kaç alın vardır?
Örtün evet ey facia… Örtün, evet ey
şehir;
Örtün
ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi!
Ey gösterişler, kuru gürültüler,
şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kaleli zindanlı
saraylar;
Ey hatıraların sağlam türbesi olan
ulu tapınak;
Ey geçmişleri, geleceklere taşımaya
memur;
Birer bağlı dev gibi duran gururlu
sütunlar;
Ey dişleri düşmüş sırıtan sur
kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yalvarış
binaları;
Ey doğruluğun adını taşıyan
minareler;
Ey damı çökük medreseler,
mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgesinde birer
yer
Elde edebilmiş nice bin sabırlı
dilenci;
“Geçmişlere rahmet!” diyen mezar
levhaları,
Ey türbeler, ey her biri pek
gürültülü bir hatıra
Uyandırarak sessiz ve hareketsiz
yatan atalar;
Ey çamur ve tozun savaş yeri eski
sokaklar;
Ey açılan her gediği bir olay
sayıklayan
Viraneler (yıkık dökük binalar), ey
kötülerin uykuyla dolu pusu yeri;
Ey kapkara damlarıyla birer ayakta
duran yası
Temsil eden sakin ve yıpranmış
evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir
çaylağa vatan olan
Gamlı ocaklar ki acılıkla
somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne…
Unutmuş;
Ey midelerin zorlamasının zehri
önünde
Her alçaklığı yutan iskelet
ağızlar;
Ey doğanın yardımıyla en hazır ve
verimli
Bir yaradılışa yaklaşmış iken aç,
işsiz, güçsüz, kısır,
Her nimeti, her ihsanı, bütün
kurtulma sebeplerini
Gökten dilenen tevekkül (her şeyi
Allah’tan bekleme) alçalması ki… İkiyüzlü,
Ey köpeklerin sesi, ey söz söyleme
şerefiyle imtiyazlı (özel haklara sahip)
İnsandaki nankörlüğe lanet okuyan
çığlıklar,
Ey faydasız ağlama, ey zehirli
gülüş,
Ey aciz ve elemin konuşması olan
lanet bakışı;
Ey esatirin (mitoloji) boşluğuna
düşen hatıra: namus;
Ey yüksek mevkilerin kıblesine
çıkan yol: ayak öpme yolu;
Ey silahlı korku ki öksüz, dul
ağızlardaki her kaderden şikâyet
Senin zararlarından doğmaktadır;
Ey şahsa dokunulmazlık ve
hürriyetle birlikte
Bir teneffüs hakkı veren kanun
efsanesi;
Ey olmayacak vaat; ey ebedi bilinen
yalan;
Ey mahkemelerden durmadan sürülen
hak;
Ey kuşkuların saldırması ile
duygulanmaya gücü olmayan,
Vicdanlara uzatılan tecessüs (gizli
soruşturma) kulağı;
Ey tecessüs korkusundan kilitlenmiş
ağızlar;
Ey sevilmeyen ve aşağılanan milli
çabalar;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasi mahkûm;
Ey bilgi ve edebiyatın nasibi, ey
unutulmuş yüz;
Ey çekişme yüküyle iki kat gezmeye
alışmış
Eşraf (sözü geçenler) ve uyruklar
koca bir maruf (herkesçe bilinen) unsur;
Ey aşağı eğilmiş baş, ak pak fakat
iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takibe koşan
genç;
Ey ayrılık kahrına uğramış ana, ey
kırgın eş;
Ey kimsesiz avare çocuklar… Hele
sizler,
hele sizler…
Örtün, evet, ey facia… Örtün, evet,
ey şehir;
Örtün
ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi…
Şiir
Hakkında
Tevfik Fikret’in “Sis”
adlı şiirinin altında 18 Şubat 1317 (Miladi takvime göre: 3 Mart 1902) tarihi
bulunmaktadır. Şair, bu şiirinde “istibdat rejimini” eleştirmektedir.
Sis olayı İstanbul’da
sıkça görülen bir durumdur. Sis İstanbul için özel bir durum ifade eder. Şehir
normalde bile büyük ve ürperticiyken bir de sise büründüğü zaman daha da
ürpertici bir duruma gelir. Sis burada dönemin siyasi yapısını temsil
etmektedir.
Şiirin
Biçim Yönünden İncelenmesi
Nazım
biçimi: “Serbest Müstezat”tır.
Uyak
düzeni: “aa / bb / cc / dd / ee / ff… şeklinde devam eder.
Ölçüsü:
Aruz
ölçüsünün “mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün” kalıbıyla yazılmıştır.
Şiirin
Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)
---muannid
---mütezâyid “-id” tam uyak
---eşbâh
---elvâh “-âh” zengin uyak (“-â” iki ses
değerindedir)
---nazarlar
---korkar “-ar” tam uyak
---müzlim
---mezâlim “-lim” zengin uyak
--- garrâ
---pîrâ “-râ” zengin uyak
---mezârı
---câzibedârı “-ı” redif; “-âr” zengin uyak
---nefret
---sefâhet “-et” tam uyak
---içinde
---zinde “-inde” zengin uyak
---müsahhir
---bâkir “-ir” tam uyak
---hüveydâ
---temâşâ “-â” tam uyak
---süzgün
---görünürsün “-ün” tam uyak
---mûnis
---bî-his “-is” tam uyak
---hıyânet
---lânet “-net” zengin uyak
---zerrelerinde
---içerinde “-inde” redif; “-er” tam uyak
---teneffu’
---tereffu’ “-effu” zengin uyak
---arasından
---dirahşan “-an” tam uyak
---şehr
---dehr “-ehr” zengin uyak
---alaylar
---saraylar “-lar” redif; “-ay” tam uyak
---ma’bed
---mukayyed “-ed” tam uyak
---me’mûr
---sûr “-ûr” zengin uyak
---münâcât
---minârât “-ât” zengin uyak
---mahkemecikler
---yer “-er” tam uyak
---sâbir
---mekaabir “-âbir” zengin uyak
---yâd
---ecdâd “-âd” zengin uyak
---sokaklar
---sayıklar “-klar” zengin uyak
---eşirrâ
---ber-pâ “-â” tam uyak
---mesâkin
---mavtın “-in, -ın” tam uyak (kulak kafiyesi)
---somurtmuş
---Unutmuş “-muş” redif; “-t” yarım uyak
---önünde
---kadîde “-de” tam uyak
---mün’im
--- âkım “-im, -ım” tam uyak (kulak kafiyesi)
---rehâyı
---Mürâyi “-âyı, -âyi” zengin uyak (k.k)
---mümtaz
---âvâz “-az, -âz” tam uyak
---zehrin
---nefrîn “-rin, -rîn” zengin uyak
---nâmûs
---pâ-bûs “-ûs” zengin uyak
---râci
---tâli “-i” yarım uyak
---makrûn
---kaanûn “-ûn” zengin uyak
---muhakkak
--- hak “-ak” tam uyak
---tahassüs
---tecessüs “-ssüs” zengin uyak
---ağızlar
---muhakkar “-ar” tam uyak
---siyâsî
---mensî “-sî” zengin uyak
---me’lûf
---ma’rûf “-ûf” zengin uyak
---iğrenç
---genç “-enç” zengin uyak
---muğber
---Hele sizler
“-er” tam uyak
(---Hele
sizler)
---şehr
---dehr “ehr” zengin uyak
Şiirdeki
Diğer Ahenk Unsurları
Şiirde uyak, redif ve
ölçü dışında; şiir boyunca “ey” ünlemi tekrar edilerek ahenk güçlendirilmiş
aynı zamanda şiire akıcılık kazandırılmıştır.
Şiirde “e”, “a” ve “u”
sesleriyle asonans yapılarak iç ahenk sağlanmıştır.
Ayrıca şiirde ahengi
güçlendirme ve anlamı vurgulamak için bazı kelime tekrarlarının da yapıldığı
görülür.(örtün… örtün, hele sizler… hele sizler, evet…evet gibi)
Şiirin
teması: İstanbul’dur. Ancak şair İstanbul’u anlatırken
dönemin sosyal ve siyasal yapısını da eleştirmiştir.
Şiirin
Anlam Yönünden İncelenmesi
Açıklama – Yorum
Tevfik Fikret, şiirinde
önce İstanbul’u ağır bir sisin sardığını söylüyor. Sonra sisin içindeki İstanbul’u
tasvir ediyor. İstanbul’un tasvirinde istibdat yönetiminin (II. Abdülhamit
dönemi) etkisini ve şairde uyandırdığı karamsar ruh halinin yansımalarını
görüyoruz.
Sis şiirinde hedef
sultandır. Fakat şair, İstanbul’u, tarihi, insanları, içten ve dıştan, yakın ve
uzak görünümüyle “simge şehir” olarak hedef almıştır. Ufuklarını bir inatçı
duman sarmış, gittikçe çoğalan bir beyaz karanlık ki basıncının altında
cisimler silinmiş gibidir, bütün levhalar tozlu bir bulanıklıktan ibarettir;
bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki bakışlar dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı
muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey
mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi
eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün
elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki
nazarlar
Dikkatle
nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Bu betimleme şairin ruh
halini yansıtır, ancak betimlemeden sonra gelen dizelerde “Sana layık bu derin, karanlık örtü, ey zulümler sahnesi” diyerek
tüm şehri suçlar.
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i
müzlim,
Lâyık
bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Tevfik Fikret, Sis adlı
şiirini derin ümitsizlik ve yalnızlık duyguları içinde kaleme almıştır.
Fikret’in kötümserliği İstanbul’un maddi manevi bütün varlığına karşı duyulmuş
güçlü bir nefret halinde kendini gösterir.
Şair İstanbul'u sadece
tasvir etmez, tarihini de hatırlatır. Daha kurulurken bir ihanet eli temeline
lanetin zehirli suyunu katmış gibidir. O, Doğu’nun çekici kraliçesidir. Bin
kocadan arta kalan dul bir kız gibidir. Sevimlidir ama kirli kadınlar gibi.
Seveni çoktur ama o, hepsine karşı duygusuzdur. İçinde yaşayanlara ikiyüzlülük,
kıskançlık ve çıkarcılık kiri bulaşmıştır. Temizliğin zerresi bulunmaz.
Görüldüğü gibi şair,
karmaşık duygular içindedir. Bu öyle bir hale gelir ki şair, İstanbul’u bir
taraftan sevimli, çekici ve güzel bir kadına, diğer taraftan duygusuz, acımasız
ve kirletilmiş bir kadına benzetir.
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i
bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri
hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere
süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis
görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi
mûnis;
Üstünde
coşan giryelerin hepsine bî-his.
Öyleyse bu şehir
pisliklerini göstermemek için ağır bir sisle örtünmelidir.
Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet,
ey şehr;
Örtün
ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Şair, İstanbul’u tasvire devam eder. Şairin hedefinde
sadece insanlar yoktur; saraylar, medreseler, mahkemeler, imaretler(hayır
kurumları), türbeler, camiler, surlar ve sokaklar da vardır. İstanbul
un gösterişli görünümü içinde; viraneler (yıkık dökük binalar), kötülerin uykulu
pusu yerleri; kapkara damlarıyla ayakta duran, yası temsil eden sakin ve
yıpranmış evler; her biri bir leyleğe,
bir çaylağa vatan olan acılıkla somurtmuş gamlı ocaklar vardır. Şair, sadece
“sansür, casusluk, ihbar, sürgün” gibi uygulamaları değil, bütün bir şehir
olarak İstanbul’u eleştirmiştir.
Şair, halkı istibdattan ayrı tutmaz. Tüm şehri
yönetimin bir işbirlikçisi gözüyle görmeye başlar. Bu kadar gösterişin içinde
iyi ve güzel hiçbir şey yoktur. Seyredenleri kendine hayran bırakan camiler,
saraylar, medreseler, mahkemeler birer kötülük mekanıdır. Her yerde matem ve
karabasan havası hakimdir.
Katil kuleler, kal’alı zindanlı
saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu
ma’bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i
mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i
sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i
münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı
minârât;
Ey sakfı çökük medreseler,
mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında
birer yer
Te’min edilmiş nice bin sâil-i
sâbir:
“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı
mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri
pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan
ecdâd;
Ey ma’reke-î tîn ü gubâr eski
sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak’a
sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı
eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i
ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde
mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir
çaylağa mavtın
Gam-dîde
ocaklar ki merâretle somurtmuş
Tevfik Fikret, şiirinde
yüksek mevkilere çıkan yolu; “ayak öpme yolu” olarak görmüş ve onlar için
“namus”un hiçbir önemi kalmadığını şu dizelerle dile getirmiştir:
“Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra:
nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs”
Sansür ve istibdadı ise
“Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî;
/ Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî” dizeleriyle dile getirir.
Bu dizelerde geçen “kalem”
gazeteci yazar, bürokrat ve memurlar, “seyf” ise askerlerdir. Baskı altındaki bu iki zümre de birer siyasi
mahkuma benzetilir.
Şairin yoğun sis içinde
gördüğü bunlardır. Doğanın sisi dağılacak ancak istibdadın sisi devam
edecektir. Bütün bu manzara içinde şairin en korumasız ve kimsesiz gördüğü
çocuklardır. Onlar sisin ve istibdadın yükünü taşıyacak güçte değillerdir.
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i
muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… Hele
sizler
hele sizler
Dil
ve Anlatım
Sis
şiirinde, resmedercesine tasvir ile hayal gücünü harekete geçirme söz
konusudur. Şiir, Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Ancak anlatım
akıcıdır. Şiirde sözün musiki gücünden yararlanılmıştır.
Şair “sis” imgesi ile o
zamanki hükümet merkezi olan İstanbul’u kişileştirir. Anlatımında teşbih
(benzetme), teşhis (kişileştirme), hüsn-i talil (güzel bir nedene bağlama),
tezat (zıtlık), nida (seslenme) gibi söz sanatlarından ve imgelerden
yararlanır.
Şiir, iki bentten
oluşmaktadır. Her bendin sonunda “Örtün…” diye başlayan beyitler nakarat gibi
kullanılmıştır.
Şiirin anlatımı; şairin
karamsar, ümitsiz ve karmaşık duyguları barındıran ruhsal yapısını da
yansıtmaktadır.
Genel
Değerlendirme
Baskıcı bir yönetimin
idaresinde dönemin yazar ve şairleri susturulmuş, hapse atılmış ya da
sürülmüştür. Dönemin etkisiyle bazı yazar ve şairler toplumsal yaşamın dışında
“aşk”, “özlem”, “hayali bir ülke” gibi bireysel konulara yönelmiştir. Böyle bir
ortamda Tevfik Fikret, kendi bakış açısından “sis” imgesiyle dönemin baskıcı yönetimini
ve bunun karşısında suskun kalan tüm İstanbul’u acımasızca eleştirmiştir.
Tevfik Fikret’in “Sis”
şiiri, her ne kadar Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü olsa da bir
dönemi ve bir dönemin sanat anlayışını yansıtması bakımından önemli bir belge
niteliği taşır.