Hişt Hişt Öykü İncelemesi
Öyküde serim, düğüm,
çözüm bölümlerinden oluşan belirgin bir olay yoktur. Anlatıcı, bir şeye kızmış
ya da sinirlenmiş, neye sinirlendiği de bilmiyor. Zaten neye sinirlendiğinin de
bir önemi yok. Önemli olan içinde bulunduğu ruhsal durumun, dış dünyayı algılayışını
da etkilemesidir.
Önce çevresindeki
varlıkların doğal durumunu düşünüyor.
“Otların
yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması pekâlâ bir
meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya
otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele
olurdu, işte.”
Buradan anlıyoruz ki
yazar, gündelik yaşamın her zamanki düzenini, olağan görüntülerini değiştirmek
isteyen bir ruh hali içindedir. Ancak yazar, bu tutumunu da saçma buluyor.
Gündelik gerçeklerin,
alışılmışın dışına çıkma isteği, yazarın algılama biçimini değiştiriyor.
“Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi
renkli bir keçi gördüm.”
Bu algılama değişimi
içindeyken anlatıcı “hişt” sesini
duyuyor. Onunla birlikte biz de değişik bir ortama giriyoruz. Nesneler ve
varlıklar, duyularımızı harekete geçirerek hayal dünyamızı renklendiriyor.
Öyküde anlatıcının
gerçeklik evresinden, düşler evresine; düşler evresinden gerçeklik evresine
gidip geldiğini görüyoruz. Öykünün yörüngesini de “hişt” sesi oluşturuyor. Biz de anlatıcıyla birlikte bu sesin etki
alanına giriyoruz.
Öykünün akışı bu sesin
gelişine göre düzenlenmiş. Öyküde “Birdenbire
güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı.” dendiğinde her şey
gerçeklik kazanıyor. Günlük yaşamın gerçeklerine dönüyoruz.
“Hişt”
sesi, yazarla birlikte bizim de gerçekle gerçekdışı arasında gidip gelmemize
neden oluyor. Sesin nereden geldiği bilinmiyor. Değişik varlıklara yönelik
olasılıklar düşünüyoruz. Ama bu sesi hiç birine bağlayamıyoruz.
Öyküden sesin kaynağını
öğrenemiyoruz. Anlatıcı, düş gücümüzü harekete geçirmeye zorlayan sorular
soruyor. Öykünün sonunda bu sesin kaynağının pek de önemli olmadığını
anlıyoruz.
“Nerden
gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten,
çiçekten. Bir hişt sesi gelmedi mi fena.”
“Hişt” sesi genelde
dikkat çekmek için kullanılan bir sestir. Tek tek varlıklardan değil, doğadan,
yaşamın içinden gelen bir sestir bu. Yazar da insanlara, doğaya ve yaşama dair
uyarıda bulunuyor. İnsanlardan, doğanın ve hayatın güzelliklerinin farkına
varmalarını istiyor.
Öyküdeki kişiler: Anlatıcı,
bahçıvan, papazın oğlu, yoldan geçen bir adamla bir kadındır.
Anlatım sade, akıcı ve
özgündür. Yer yer betimlemelere rastlanır. 1.Kişi ağzından “iç konuşma”
şeklinde anlatılmıştır.
Öykü bir yolda ve
doğanın ortasında geçer. Belirli bir zaman yoktur. Anlatıcının hayatından bir
kesit anlatılmıştır.
Öykü, şiirsel anlatımıyla dikkat çekiyor. Öyküde pek çok belirsizlik var. Yazar, okuyucudan bu konuda düşünmesini ve belirsizlikleri kendi düş dünyasıyla doldurmasını istiyor. Hayatın ve doğanın güzelliklerine dikkat çeken “Hişt Hişt” adlı öykü, mutlaka okunması gereken, okurken de üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir öyküdür.