Toplumcu Gerçekçi Edebiyat Akımına Genel Bakış
Toplumcu Gerçekçilik Nedir
Toplumcu
gerçekçiliğin oluşmasında Birinci Dünya Savaşının ardından gelen Rusya’daki
Ekim Devrimi’nin (1917) büyük etkileri olmuştur.
Ekim
Devrimi, kapitalist toplum düzenini yeni bir toplum düzenine dönüştürme
sürecini başlatan düşüncelerin yaygınlaşmasına, bu düşüncelerin edebi ürünler içinde
yer almasına yol açmıştır.
Toplumcu
gerçekçilik, toplumsal çatışmayı ve bu çatışmanın insan üzerindeki etkilerini
yansıtan bir akımdır.
Bu
yansımanın en güzel örneklerini Gorki’nin çizdiği insan manzaralarında
görebiliriz. Gorki, kapitalist düzenin acımasızlığını, geleceğe olan umut ve
iyimser bir yaklaşımla eserlerinde sergilemiştir. Bunu yaparken insanın hem
kendisini hem çevresini değiştirebileceği gerçeğini, kendi yazgısının
belirleyicisi olduğunu vurgulamıştır. Okuyucuya kendi kendisinin efendisi
olabilmesi için savaşması gerektiğini nedenleriyle birlikte göstermiştir.
Anlatımını bu yönde biçimlendirmiştir.
Toplumcu
gerçekçi edebiyat anlayışında ideolojik boyutun ağır basması, estetik ve
sanatsal yönlerin arka plana atılması demek değildir. Toplumcu gerçekçiler,
şekilciliğe ve şablonculuğa temelde karşıdır. Çünkü insan içinde bulunduğu
toplumsal çevrenin ürünü olarak duyan, düşünen, tasarlayan bir varlıktır ve bu
özellikleriyle birlikte yansıtılmalıdır.
Toplumcu
gerçekçi edebiyat, bireyle toplumsal düzen ve yapı arasındaki çatışmayı
yansıtma yerine bu çatışmayı ortadan kaldıracak, bireylerin gelişmesine olanak
sağlayacak, onları ruhsal ve fiziksel çöküşten, ahlaki yozlaşmadan kurtaracak
bir düzeni yansıtmayı amaçlar. Bu yönüyle eleştirel gerçeklikten ayrılır.
Toplumcu
gerçekçilikte kahraman ülküleştirilmez, içinde bulunduğu toplumsal koşullar ve
ilişkiler içinde ele alınır. Ancak bu koşullar ve ilişkileri kişiliğini
geliştirme yönünden değiştirmeye çalışır. Kahraman, kendi kişisel çıkarlarını
toplumsal çıkarlarla bütünleştirmiş bir kişidir. Erişilemeyecek bir düşün ardında
değildir, geleceğe yönelik düşle beslenmiş imgeler ve coşkusal öğeler
taşımaktadır.
Edebiyatta
toplumcu gerçekçilik görüşü, toplumsal meseleleri sanatçı gözünden yine topluma
yansıtma ilkesiyle anlam kazanan bir edebi akımı ifade eder. Bu nedenle şair ve
yazarlar topluma karşı sorumludur.
Toplumcu Gerçekçi
Akımın Özellikleri
Toplumcu
gerçekçi edebiyat; işçi, köylü ve halk kavramları ile hümanist düşünceler
etrafında şekillenen bir edebiyattır.
Toplumcu
gerçekçi anlayışın ekseninde “insan, toplum ve üretim ilişkileri” vardır.
Bu
anlayışa göre “sanat toplum içindir”. Ödün verilmeyen bir yaklaşımla bu ifade
“sanat halk içindir” biçiminde ses bulur.
Toplumcu
gerçekçi edebiyat eğitsel bir işlevle yüklüdür. Bu anlayışa göre sanat, bütün
dinsel ve töresel bağlardan kurtulmalıdır.
Toplumcu
gerçekçi edebiyat belli bir dünya görüşüne dayalı “tezli” bir edebiyattır.
Eserlerde umut yüklü, İyimser bir bakış açısı hâkimdir.
Toplumcu
gerçekçi yazarlar, toplumsal sorunlar ve çatışmaları anlattıkları eserlerinde
genel olarak köy, kasaba, mahalle ve fabrikaları mekân olarak seçmişlerdir.
Eserlerde
toplumsal sorunlar öne çıkarılır. Köyden kente göç, işsizlik, iş hayatındaki
zorluklar, toprak ağalığı ve benzeri konular, barındırdığı çelişkileriyle
birlikte belirgin bir biçimde verilerek işlenir. Çatışma ve gerilimin tarafları
içinde bulundukları sosyal sınıflar vurgulanarak anlatılır.
Bu
anlayışa göre yazılan eserlerde, realizm
ve natüralizmin etkileri görülür.
Eserlerin
yazılmasında konuşma dili benimsenmiştir.
Roman ve hikâyelerde geçen diyaloglarda kişilerin yöresel ağzı kullanılmıştır.
Eserlerde
nasıl anlatıldığından çok neyin anlatıldığı önemlidir. Bu nedenle biçimden çok
içeriğe önem verilir. Romanlardaki güçlü betimlemeler dikkat çeker.
Toplumcu
gerçekçi şiir, o güne kadar görülmemiş, denenmemiş bir görsellik ve karmaşık
biçimli teknikler barındıran bir özellik gösterir. Politik içerik taşıması ise
etkileme ve belirleme gücünü yükseltmiştir.
Türk
Edebiyatında Toplumcu Gerçekçilik
Türkiye,
İkinci Dünya Savaşı’na fiili olarak katılmamış olsa da başta ekonomik ve sosyal
bakımlardan pek çok alanda savaşın sarsıcı ve yıkıcı etkisi altında zorlu bir
süreç geçirdi,
1946
yılında tek partili dönemin sona ermesiyle birlikte ülkede hem siyasal hayatta
hem de ekonomik kalkınma hareketleriyle birlikte gündelik hayatta ciddi değişimler
meydana geldi.
Tarımda
makineleşmenin sonucu olarak kırsaldaki nüfusun hızla şehirlere göç etmesiyle
birlikte yeni bir sosyal tabaka oluştu. Bu durum, kentlerdeki yoğunluğun
artmasına karşın henüz sanayileşme sürecini tamamlamamış olan Türkiye’de yeterli
iş imkânının bulunmaması nedeniyle nüfusun büyük çoğunluğunda geçim sıkıntısı
görüldü,
Türkiye’nin
ekonomik ve siyasal yapısı 1950’lerden sonra çok ciddi bir değişime uğradı. Bu
değişimin asıl nedeni İkinci Dünya Savaşı sonrası bütün dünyayı etkisi altına
alan değişim dönüşüm rüzgârının Türkiye’ye yansımasıydı.
Köylünün
şehir hayatında tutunamaması, onun kent insanıyla arasındaki hem ekonomik hem
de kültürel uyumsuzluğun bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Gündelik
işlerde çalışarak yaşamını sürdürmeye çalışan köylü ile kent insanı arasındaki
bu ekonomik fark toplumsal bir çatışmaya dönüştü. Böylece edebiyatımızda
temelleri atılan “toplumcu gerçekçilik” akımı hızla gelişti.
Başlangıçta
Sabahattin Ali ve Sadri Ertem’in eserleriyle ortaya çıkan ve esasen Anadolu köy
ve kasabalarının sorunlarını dile getiren toplumcu gerçekçi akım, 1930’ların
sonunda Kemal Bilbaşar ve Samim Kocagöz gibi yazarlarla alanını genişletti.1960’lı
ve 1970’li yıllarda özellikle roman alanında varlığını güçlü bir biçimde sürdürdü.
1930’larda
görülen Anadolu insanının gerçeği, toplumsal değişimle yaşanan sancıları
anlatan öykü ve romanlar, toplumcu gerçekçi edebiyatın kuruluşunun ilk
örnekleri niteliğindedir.
Bu
dönemde işçilerin, köylülerin, dar gelirlilerin yaşam tarzı toplumcu gerçekçi
bir bakış açısıyla sunulmuş, köyden kente geçişin getirdiği sorunlar dünya
görüşlerine göre başarılı bir biçimde yansıtılmıştır. Toplumcu gerçekçi akım
doğrultusunda eser veren yazarların bir bölümü özellikle köy sorunlarına
eğilmişlerdir.
1950’li
yıllarda Köy Enstitüsü yazarlarının çabalarıyla köy olgusu romanlarda daha
farklı bir şekilde ele alınmaya başlamıştır. Köy Enstitülerinde yetişen köy
kökenli yazarlar konularını daha çok toprağa bağlı insanların hayatlarını
işleyen eserler yazdı. Bu dönemde yazılan Mahmut Makal’ın köy notlarını içeren
“Bizim Köy” adlı kitabının
yayınlanmasıyla, Fakir Baykurt ve Talip Apaydın gibi yazarların eserleriyle
köye ve köy hayatına ilgi daha da arttı.
1960’lardan
itibaren Fakir Baykurt, Kemal Bilbaşar, Yaşar Kemal gibi yazarlar köy ve kasaba
sorunlarını işlemeyi sürdürürken; Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Orhan Kemal,
Samim Kocagöz, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin gibi yazarlar bir süre sonra kent insanını
ve büyükşehir sorunlarını da ele alan konulara yöneldi.
Bu
akımın yazarları özelikle; köylerdeki toprak kavgalarını, ağa-köylü,
zengin-fakir, güçlü-zayıf, köyden kente göç, dar gelirlilerin sorunları ve
geçim mücadelesi gibi konuları işlediler. Bu dönemin yazarları eserlerini
konuşma diliyle yazmış, kahramanları bölgesel ağızlarına göre konuşturmuş ve
güçlü tasvirler yapmışlardır.
Bu
dönemde özellikle Batı Anadolu bölgesindeki köylerin ve köylülerin sorunlarını
anlatan Kemal Bilbaşar’ın ağa-köylü çatışmasını “aşk” ekseninde anlattığı
eserler dikkat çeker.
Türk
şiirinde sıradan insanın günlük yaşantısını, bireysel sorunlarını ve toplumu
ilgilendiren konuları işleyen Nazım Hikmet, şiirde yeni bir dönem başlattı. Sosyal
meselelerin şiire dâhil olması, toplumsal hayatı etkileyen pek çok sorunun
şiirde yer bulması bu dönemde gerçekleşti.
Bu
düşünceye göre şair ve yazarlar, içinde yetiştiği ve kendini oluşturduğu
topluma karşı sorumludur ve toplumsal sorunları dile getirmek zorundadır. Bu
görevi üstlenerek eserlerini toluma takdim eden şair ve yazarlar, ülkenin
içinde bulunduğu türlü sorunları; eşitsizlik, adalet arayışı, siyasi
gerilimler, sosyal ve ekonomik sıkıntıları dert ederek, türlü baskılara karşı
durarak kendi sanatsal mücadelelerini sürdürdüler.
Bu
akımın içinde yer alan: Nazım Hikmet,
Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Sadri Ertem, Samim
Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Necati Cumalı, Kemal Tahir, Rıfat Ilgaz, Talip
Apaydın, Ahmet Arif, Ataol Behramoğlu, Muzaffer İzgü, Oktay Akbal, Vedat
Türkali… gibi yazarlar kendi alanlarında başarılı eserler vererek toplum
üzerinde bir hayli etkili oldu.
Kaynaklar